Published in  
Röportajlar
 on  
March 3, 2025

Yasımıza eşlikçi bir seda: Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek

Depremin hatıralarımızda bıraktığı asla silinmeyecek travmaların yanı sıra hatırlattıkları, öğrettikleri de var. Mesela müziğin iyileştirici gücü…
Kategori
Röportajlar
Tarih
3/3/25

Yasımıza eşlikçi bir seda: Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek

Depremin hatıralarımızda bıraktığı asla silinmeyecek travmaların yanı sıra hatırlattıkları, öğrettikleri de var. Mesela müziğin iyileştirici gücü…

Kategori
Röportajlar
Tarih
3/3/25

Yasımıza eşlikçi bir seda: Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek

Depremin hatıralarımızda bıraktığı asla silinmeyecek travmaların yanı sıra hatırlattıkları, öğrettikleri de var. Mesela müziğin iyileştirici gücü…

6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçmişken bölgedeki sorunlar şiddetle sürmeye devam ediyor. Üstelik bölgenin uzağında olanların gündeminde ise; bu sorunlar ve sorumlulara dair hak arama mücadelesi sadece yıl dönümlerinde hatırlanır oldu. Gündem hızla değişiyor. Bu yüzden her gün, her fırsatta deprem bölgesini yeniden hatırlamak, hatırlatmak, hak arama mücadelesi verenlere destek olmak önemli.

Odağına 6 Şubat depreminde kaybettiklerimizi alan Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek belgeseli bize bunu hatırlatan işlerden. İlk kez geçen sene, 43. İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz Ethem Özgüven imzalı belgesel, bölgede olanların yakından tanığı Hatay Akademi Senfoni Orkestrası'nın izinde, yıkılmış bir şehirden geriye kalanları, kayıplarımızın ardından yan yana olmanın ve müziğin iyileştirici etkisini perdeye taşıyor.  

6 Şubat depremi odağında bir belgesel yapma fikri nasıl gelişti? Hatay Akademi Senfoni Orkestrasıyla yollarınız nasıl kesişti? Bize biraz süreçten bahseder misiniz? 

Bizim depremle ilgili bir şey yapma fikrimiz yoktu. Bu deprem olunca, ilkyardım verme gibi yeteneklerimiz olmadığı için oraya gitmeyi de düşünmedik ama çok sarsıldık. İyi bir durumda değildik yani. Tuğçe Tezer, arkadaşımız; kendini büyük oranda Antakya'ya adamış bir şehir plancısı… Bizi aradı. "Çok önemli bir müzisyen grubu var. Onların şefi ‘bu felaketten tekrar nasıl ayağa kalkarız’ çabasında. Bu süreci belgelemek bunu çok destekleyebilir" dedi. Biz hemen evet dedik. Bir Zoom toplantısı yaptık. Şef Ali Uğur, Tuğçe, ben ve Petra katıldık. Belki Hatay Akademi Orkestrası'ndan başka biri de katılmıştır, hatırlamıyorum şu an. Konuştuk. “Tamam” dedik, “biz bunu çekelim.” O vakit Berk Kevin ve Aksel Akın adlı öğrencilerimiz oradaydı. Hem desteğe gittiler hem yardım götürdüler hem de iyi kameramanlar. Berk'e dedik ki "Ne yapıyorsun?" İşte Fransız bir grupla... “Bırak” dedik, “ne yapıyorsan… Ali Uğur'a git, tanış, onu takip et.” Böylece başlattık. 

Aksel de felaketin ilk görüntülerini çekti. Sonra bir dayanışma duyurusu çıktık. Oraya ilk gidenlerden Ulaş Beşoklar adında kameraman ve fotoğrafçı eski bir dostum bir sürü şey çekmişti, o da dahil oldu. İşçi Filmleri Festivali'nden Alaattin Timur birçok kentte kameramanlar buldu. Onlar o kentlere kaçan orkestra üyelerini çekmeye başladılar. Sonra bu dev orkestra İstanbul'a geldi. İBB Orkestrası'yla Cemal Reşit Rey'de bir konser verdi. Biz hayli fazla kamera ve imkanla hem provaları hem konseri çektik. Röportajlar yaptık. Sonra bir Anadolu turnesi oluştu. Maddi yönünü de düşündüğümüzden o konserlere bir kişi gidebildi. Almanya'da bir konser oldu. İmkanlarımız oraya anca bir kişi yollayabilmemize izin verdi. Ben süreci tamamen kendi imkanlarımızla tamamlamaya, hiçbir destek kurum aramamaya baştan karar vermiştim. Bu nedenle çok ekonomik davrandık. Benim deprem bölgesine gidişim birinci yıl anmalarını buldu. Ancak o vakit gidebildim ve felaket dün olmuş gibiydi. Çok kederli bir anmaya gittik ve onu da çektik. Onu da daha önce hazırlamış olduğumuz kurguya ekledik. Ekim ayında Bozcaada'da 10. Ekolojik Belgesel Film Festivali'nde bir kurgu gösterdik. İlk gösterimdi ve hayli hamdı. Amacımız “insanlar bir an önce görsün ve destek bulalım”dı, ki bu oldu. İnsanların görmesi iyi oldu. Belgesel Eylül’de bitti ve İKSV’nin yaptığı İstanbul Film Festivali’nde ve Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde gösterildi. Ondan sonra Ayvalık, Limnos Adası, Gökçeada, Gümüşlük Festivali, Yücel Kültür Vakfı ve birçok yerde gösterildi.

Belgesel vesilesiyle yıkılmış bir şehre, Hatay'a bir mercekten bakmanın, o mesafenin sizdeki karşılığı ne oldu süreç boyunca?

Söyleyeceğim tek ve en anlamlı cümle: Bu çalışma hepimize çok iyi geldi. İki türlü iyi geldi. Birincisi, anlamlı bulduk. Bir diğeri, insanları tanımaktan çok mutlu olduk. Biz iki üç kişi, bir tane kamerayla, hiçbir şeyimiz yokken, kendi kaynaklarımızla bir şey yapıyoruz ve izleniyor. İnsanlar izliyor, festivallere seçiliyor. Bunlar mutluluk verici. Bugünün film endüstrisiyle karşılaştırıldığında hiçbir şeyle bir film çekiyoruz. Bir de işin böyle bir yanı var. Bize iyi geldi. İyi gelmeye de devam ediyor. “Bu film dayanışmanın bir ürünü” demek doğru olur sanırım.

Acıyı, vahşeti göstermeden anlatmak mümkün.

 

Bir felaketin temsili hem fotoğrafta hem belgeselde çokça tartışılan bir konu. Bir felaketi perdeye taşırken temsile dair özellikle gözettiğiniz şeyler oldu mu?   

Elbette. Şiddeti ve acıyı çok çıplak gösteren hiçbir şeyi burada kullanmadık. Bu tür mevzularla çok uğraşıyoruz. Tersanede bir ara iş cinayetleri çok yoğundu. Bergama'da siyanürle altın çıkarma hadisesi, kot kumlama işçilerinin trajik hastalığı silikozis… Bu mevzuları çekmek bir şekilde bize doğru ve öncelikli geliyor. Bir tersaneye gidişimizde boya yapılan bir yer patladı. 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı. Oradaki işçiler korkunç görüntüler verdiler. Birçok belgeselci bunları belgeseldeki heyecanı, ritmi veya başarı şansını artıran malzemeler olarak kullanıyor. Bu benim çok rahatsız olduğum bir şey. Bu yüzden o tür birçok görüntü elimizde olduğu halde kullanmadık. Kullanmayı da düşünmüyoruz. Acıyı, vahşeti göstermeden anlatmak mümkün. Bu belgesel de yapıcı olması gereken, Antakya'ya bir “sanat yerleşkesi” kazandırmak için bir dayanışmayı ateşlemesi gereken bir belgesel. Asıl amacı bu ve biz bu belgeseli onun için yaptık. Dolayısıyla bazı görüntüleri tereddütsüz kullanmadık.

Belgeselin odağında koskoca bir yas, kayıplar ve yıkıntılar var. Aynı zamanda kaybın ardından, acının da umudun da kol kola olduğunu görüyoruz. Bu duyguya dair dengeyi nasıl kurdunuz?

Valla gözettiğimiz şey demin sorduğunuz soru: Acıyla vahşet arasındaki ayrımı yapabilmek. Sonrası zaten o kurgunun doğalı… Karakter yapınız neyse, kurgunuz da odur. Öyle bir şeyleri gözeterek zaten olmaz. O bir yerden faça verir. O yapının içinde sizin tecrübeleriniz, hayata ve diğer insanlara olan sevginiz, nefretiniz, saygınız çerçevesinde oluşur ama biz mesela sonucu denetleyebiliyoruz. İnsanlar gelip “umut veriyor” diyor mesela. Kadıköy gösteriminde 12 saat yıkıntı arasında kalmış bir kadın özellikle benimle konuşmak istedi. “Bunu her yerde gösterin, ben bundan umut alıyorum” dedi. Okul gösterimimizde görme engelli Hataylı bir arkadaş “çok iyi gördüm bu işi” dedi. Belki görme engellilere uygun hale getirmemiz gerekecek. Sound yapıyorlar ya... Öyle. Böyle bir denge kurup kurmadığımızı en iyi siz izleyenler söyleyebilirsiniz aslında, biz değil.

Belgeselde müzik önemli bir yer kaplıyor orkestra sebebiyle. Müziğin yas dönemindeki iyileştirici yanını da görüyoruz. Müziğin bu anlamda hem bireysel hem toplumsal etkisine dair söylemek istediğiniz şeyler olur mu? 

Benim için filmin en önemli sahnesi, son sahne: Dans. Ben şöyle bir şey anladım oradan; ölümlüyüz bir şekilde ama ölüme karşı müzik ciddi direnç noktalarından bir tanesi. Şef Ali Uğur başta olmak üzere, bu bir araya gelme çabası çok kutsal bir şey. Biz de sadece onu takip ettik ama müziği çok önemli buluyorum. Belki sizde de oluyordur; çok kötü bir günümde bir Talking Heads, bir Tom Waits, Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek ya da Duman dinlediğimde düzelebiliyorum, daha bir umutlu olabiliyorum. Burada da bu var. Şimdi işte kültür merkezini kurabilirsek hep birlikte...

Koronun deprem sonrasında çalışmaya devam etmesinin, kayıpların ardından yan yana olmalarının iyileştirici etkisini de görüyoruz. Koroyla birlikte çalışma sürecinizden biraz bahseder misiniz? Peşine takıldığınızı ve biraz parça parça çekim yaptığınızı söylediniz aslında. 

Birlikte olduğumuz süreçlerde işte bizden biri hep onlarla birlikteydi uzun bir süreç boyunca. Buradaki en yoğun şey Cemal Reşit Rey konseri süreci ve öncesindeydi. Röportajlar yaptık. Almanya'da da röportajlar yapıldı. Bu konteyner kent eklenecek. Bir de tabii eklemek istediğimiz önemli bir parça da şu: Hatay şu an dümdüz edilmiş durumda. Neresi hangi mahalleydi belli değil. Devlet çok az şey yapmış. Yani aradan iki yıl geçti ama bir şeyler iyileşmiyor. Bundan ders alınmıyor. Bir de ben terminolojiye çok takılıyorum. 200 bin kişiye yakın insan öldü orada. Biz buna “İmar Barışı” falan diyebiliyoruz. “Barış”... Tıpkı şey gibi: Hiroşima'nın 100 misli büyüklüğünde bir yeri bombalayıp “Nükleer Deneme”, “Deneme” diyoruz. İliç'te koca bir dağ zehirle akıp gidiyor, “Sızıntı” diyoruz. Terminoloji çok önemli, gerçekleri görmemizi önleyebiliyor. Şimdi de herhalde “Hatay'ı tekrar ayağa kaldırmak” diyecekler. Orada beton, oranın kültürüyle alakasız şeyler yükselecek...

Belgeselin en dikkat çekici anlarından biri de deprem sonrası konserlerde kayıpların yokluğuyla, sahnede var olduğuna tanık olduğumuz anlardı. Sessizlik anılarıyla, devam edemeyen şarkı sözleriyle oradalardı sanki. Geride kalan arkadaşlarının yanında. Bu anlara dair, kadraj dışında ya da sonraki konserlerde yaşananları paylaşmak ister misiniz?

Bizimle Hatay Akademi Orkestrası arasında hayatımızın sonuna kadar sürecek derin bir dostluk oluştu; birlikte yemekler yedik, aynı mekanlarda uyuduk ve beraber ağladık. Bunun detaylarına girip kıymetini azaltmak istemem ama şunu söylemeliyim: Bu film amacına doğru ilerliyor, gösterimlerden birine gelen, şimdi hem yakın arkadaşımız hem de dayanışmanın bir parçası olan Reyhan Baylan’ın getirdiği enerjiyle 2025 Mayıs’ında bu filmin gösterileceği ve Hatay Akademi Orkestrası’nın küçük bir konser vereceği bir dayanışma gecesi düzenleyeceğiz. İsveç Ticaret Merkezi Derneği’nin kuruluşunun 35. yılını kutlama gecesinin sosyal sorumluluk ayağı olarak Hatay Akademi Orkestrası’nı İstanbul’a davet ediyoruz. Bu vesileyle hayal ettiğimiz bu sanat yerleşkesini, İsveç’in ve Türkiye’nin önde gelen iş insanlarını ve şirketlerinin yöneticilerini davet ettiğimiz bu gecede gerçekleştirmek yolunda büyük bir adım atacağız. Bu röportajı çok uzatabilecek bir kurumlar ve alanında öncü insanlardan oluşan büyük bir grup bu geceye hazırlanıyoruz. Çok yakında tam tarih ve içeriği paylaşacağız.

Az önce de söylediniz. Belgeseli kendi imkanlarınızla çektiğinizi biliyoruz. Bu durumun sizde açtığı özgürlük alanı ya da zorluklar neler oldu? 

Bunun hiçbir zorluğu olmadı. Dün yaptığımız ve yarın yapacağımız birçok şeyde finansal destek arayan bir grubuz. Hoş olmayan konularla ilgilendiğimiz için çok destek mümkün olmuyor ama şuna dikkat etmeye çalıştık: Bir para girişi veya çıkışı olmasa daha iyi olur gibi geldi bize. Bundan sonraki süreçte de böyle devam ettik. Bizi diğer işlerimizden farklı olarak bu süreç özgürleştirmedi de. Biz zaten böyle çalışıyoruz. Biri bize para verseydi de aynı şekilde olurdu. Üzerimize bir yük koyup bir yük azaltmadı. Filmin arkasında bir logo geçerse “o para ne oldu, onu neye harcadılar” düşüncesi olabilirdi, o konuda rahat ettik. Şimdi o cümleyi filmin sonuna “Bu filmden kimse para almadı” şeklinde yazdığınız zaman o soru ortadan kalkıyor. Böyle bir rahatlık verdi. Söyleyelim, bilinsin dedik. 

Peki görüntüleri bir kadrajdan değil de ilk kez perdeden izlerken neler hissettiniz?  

İlk defa perdeden izlediğimde çok mutsuzdum çünkü sesini tamamlayamamıştık ve İstanbul Film Festivali gibi önemli bir festivaldeydi; ama baktık finale kalmış... Maddi manevi gücümüz onu yetiştirmeye yetmedi ama o arada o bizi o kadar yıprattı ve üzdü ki… Metehan Köktürk Hoca yine bizim okuldan, Bilgi Üniversitesi’nden, müzik bölümünden. Onunla o sesi de düzelttik şimdi. Şu an ben mutlulukla seyredebiliyorum ama ilk seyrettiğimde çok üzülmüştüm. Bir iki kere de gösterimlerde bizden kaynaklanmayan teknik aksaklıklar oldu. “Acaba bu film üzerinde bir uğursuzluk mu var” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Bir merkez açma hayalinize destek olmak isteyenleri yönlendirebileceğiniz bir mecra var mı?

Dediğim gibi yakında bu Mayıs ayı gösterimiyle ilgili tüm bilgileri paylaşacağız. Orada destek vermek isteyenler için tüm bilgiler ayrıntılı olarak verilecek. Bu arada hem bizim Instagram sayfamız var, hem Hatay Akademi Orkestrası'nın Instagram sayfası var. Buralarda tüm bilgiler (IBAN gibi) var. Hatay Akademi Senfoni Orkestrası yazdığınızda her türlü bilgiye, iletişime ulaşabiliyorsunuz.

Son olarak filmin önümüzdeki gösterimleri ne zaman? Paylaşabileceğiniz tarihler var mı? 

Mersin Sinefil Sinema Derneği Mersinefil vesilesiyle belgesel 13 Şubat’ta Mersin Kültürhane’de saat 19.00’da gösteriliyor. Sonra da gösterilecektir farklı yerlerde. Ama büyük gün tam kesin olmamakla birlikte 31 Mayıs gösterimi.

Hatay'da insanların izleme şansı oldu mu?

Oldu ve daha da olacak. Biz o süreci tamamen orkestraya bıraktık. Onlar yönetiyor tamamen. Bize söyleyecekler “şu tarihte” diye ve gösterilecek Hatay'da. Zaten esas orada gösterilmeli değil mi? Hatay inşallah ayağa kalkacak.