Published in  
Röportajlar
 on  
October 8, 2024

Barbaros Meydanı: çok kimlikli bir merkezin değişim süreci

Barbaros Meydanı yani Anadolu yakasına giden vapurların kalktığı, şehrin en kalabalık, en hareketli alanlarından biri. Yeni yüzüyle şehre bir sakinlik durağı da sunan kent meydanı düzenleme projesini gerçekleştiren CM Mimarlık’ın kurucusu, mimar Cem Sorguç ile Bahar Türkay konuştu.
Kategori
Röportajlar
Tarih
8/10/24

Barbaros Meydanı: çok kimlikli bir merkezin değişim süreci

Barbaros Meydanı yani Anadolu yakasına giden vapurların kalktığı, şehrin en kalabalık, en hareketli alanlarından biri. Yeni yüzüyle şehre bir sakinlik durağı da sunan kent meydanı düzenleme projesini gerçekleştiren CM Mimarlık’ın kurucusu, mimar Cem Sorguç ile Bahar Türkay konuştu.

Fotoğraflar: Cemal Emden
Kategori
Röportajlar
Tarih
8/10/24

Barbaros Meydanı: çok kimlikli bir merkezin değişim süreci

Barbaros Meydanı yani Anadolu yakasına giden vapurların kalktığı, şehrin en kalabalık, en hareketli alanlarından biri. Yeni yüzüyle şehre bir sakinlik durağı da sunan kent meydanı düzenleme projesini gerçekleştiren CM Mimarlık’ın kurucusu, mimar Cem Sorguç ile Bahar Türkay konuştu.

Fotoğraflar: Cemal Emden

Beşiktaş’ın en önemli bölgelerinden biri olan ve hiç azımsanmayacak sayıda insanın her gün geçtiği Barbaros Meydanı, bir süre önce bir değişim geçirdi. Bu alan, İBB Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Dairesi ve İBB Fen İşleri Dairesi’nin, 2021 yılında yapımına başladıkları Beşiktaş Meydanı ve Çevre Düzenlemesi Projesi’nin geçtiğimiz yıl Kasım ayında açılan ilk etabı. Projenin birinci etap düzenlemeleri kapsamında pandemi döneminde gerçekleşti. Barbaros Bulvarı ile sahil yolunu bağlayan çelik köprünün kaldırılmasının ardından daha fark edilir bir hale gelen deniz görüntüsü, pek çoğumuzun düzenlemeden haberdar olmasını sağladı. Geniş bir alana yayılan projelendirme dikkatimizi çektiği andan itibaren de, meydanın kullanımının nasıl dönüşeceği bir merak konusu oldu. Bu merakın odağındaki konulardan biri de, iskele ve yaya trafiği ile birlikte uzun yıllardır bu meydanla bütünleşen kaykaycıların yenilenecek alanda kendilerine nasıl yer bulacakları sorusuydu.

Tüm bu sürecin nasıl başladığı ve geliştiğine dair, merakımızı cezbeden detaylar üzerinden, kent meydanı düzenleme projesini gerçekleştiren CM Mimarlık’ın kurucusu, mimar Cem Sorguç ile konuştuk. 

Barbaros Hayrettin Meydanı projesine geçmeden önce Beşiktaş semti ile ilgili konuşarak başlayalım… Beşiktaş nasıl bir semt / bölge? Yıllar içinde nasıl bir değişim geçirmiş ve İstanbul için nasıl bir anlam taşıyor?

Beşiktaş çok eski tarihlerden beri bir tür kentsel dağılım merkezi gibi çalışıyor. Bir sirkülasyon noktası ancak tam olarak bir transfer merkezi de diyemiyoruz, çünkü birileri gelip kıta değiştireceği, Kuzey’e veya Boğaz taraflarına gideceği zaman burada duruyor. Burada konaklama ve durma da gerçekleşiyor, bir kentsel durak. Çevredeki üniversiteler de 60-70 yıldır yoğun bir sirkülasyon mekanı haline getirmiş. Üniversiteden dolayı geçici süre için orayı mesken tutup, orada yaşayıp giden bir grup da var. Gündelik olarak da tekneden ya da vapurdan inip şehrin çeşitli noktalarına dağılmanın söz konusu olduğu bir yer. Dolayısıyla burada bir gelip geçicilik var. 

Bunun üzerine bölgedeki metro kazısıyla beraber ortaya arkeolojik bir alan çıktı. Bu alan yaklaşık 8-9 yıldır kazılıyor. Ve bu kazıda ortaya çıkanlar benim şu ana kadar söylediklerimi teyit eder nitelikte. Çünkü kazı, o bölgede kalıcı bir yapı değil, geçici bir yerleşim yeri olduğunu söylüyor. M.Ö. 5000-4000’lere, kalkolitik döneme kadar giden kurganlar, kuyular, M.Ö. 3000-2000’lere Tunç dönemine dair kremasyon mezarlar, gömü hediye objelerine ulaşıldı. Yine M.Ö. 1000’lerde ise Fenikelilerin Boğaz’ın hemen karşı tarafı yani Salacak sahilini ticari merkez ve tersane olarak kullandıklarını biliyoruz. Bütün arkeolojik veriler bize şunu gösteriyor; insanların binlerce yıl boyunca kıta değiştirebilecekleri limanlara yakın olan dar yeri Üsküdar ile Beşiktaş arası olduğu için burada konaklayıp, bir şeylerini bırakıp, ölülerini gömüp, karşı tarafa öyle geçiyorlar. Ya da tam tersi bir güzergâh izliyorlar ve gene konaklama, durma noktası olarak kullanıyorlar. Kazıda öbek halinde çıkanlara bakılırsa aslında bu alanda yerleşik bir durum yok, bir tür oba, geçici kamp hayatı ve konaklama benzeri bir iz var. Bölgeye dair bildiğimiz en eski kalıcı yapı -İstanbul’un en eski haritalarından kabul edilen Boundelmanti’nin çiziminde de 2 kolonu ile ilişkilendirilebilen- M.S. 6. yüzyıla tarihlenen St. Mamas Limanı. Bu da bir ticari ve liman işlevi. Osmanlı’da da donanmanın ve Kaptan-ı Deryaların mekanı. 

Tüm bunları bir araya getirince; arkeologlar, sosyologlar ve kent bilimciler için olduğu kadar benim için de Beşiktaş’ın şimdiki halini açıklayan bir durum çıkıyor ortaya. Şehirlerin hareketlerini ve davranışlarını binlerce yıldan beri süregelen alışkanlıklar belirliyor ve bu değişmeyebiliyor. Bu da o örneklerden biri. Dolayısıyla Beşiktaş sürekli geçilen, ayak basılan bir yer her zaman. Özellikle, Dikilitaş’a, Fulya’ya doğru gitmiyorsak, merkez Beşiktaş tarafından bahsediyorsak, orada zemin kotu tamamıyla ticaret üzerine kurulu. Bir taraftan da denizle ve donanmayla ilişkisi de çok belirgin. Zühtü Müridoğlu ve Hadi Bara’nın Barbaros Anıtı da, Deniz Müzesi de orada… Ayrıca Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı bağlantısından dolayı Osmanlı bürokrasisinin de olduğu, meskenlerinin Akaretler ile başlayıp Yıldız Sarayı’na ve onun karşısındaki karakol binasına doğru çıkan, Dikilitaş’tan Ihlamur Kasrı’na kadar giden bir bölge de konumlandığı bir yer burası. Bu da bölgedeki başka bir Geç Osmanlı yerleşimi. 

CM Mimarlık’ın kurucusu, mimar ve akademisyen Cem Sorguç

Meydan düzenlemesi projesine gelirsek, bu sürecin nasıl başladığından ve geliştiğinden bahseder misin? İhtiyaç nereden doğdu? 

Bu iki aşamalı bir iş aslında. En başta konu, kazının yapıldığı metro durağının olduğu alan. Kazı zaten yapılıyordu ancak o alana çıkacak bir metro projesi de vardı ve bu iki alan çakıştı. Kazının sonunun geleceği düşünülerek -metro durağının da o alana açılacağının kabulüyle- hem arkeolojik alana, hem de durağın kendi içerisindeki alana dair ne yapabiliriz diye konuşmaya başladık. Ardından işin içine ulaşım, iskele tarafı ve çevresi meselesi girdi. Sonrasında da bu alanın sahil ile ilişkisi gündeme geldi. Asıl çıkış noktası kazı ve bu alana metro durağının gelişi olsa da, bir anda bütün mesele deniz ile ilişki oldu ki, bence zaten öyle olmalıydı.

Projenin şu ana kadar yapılan kısmı birinci evresi. Burası iskele ile yol arasında bir kot farkının olduğu yer. Bu bahsettiğiniz yer daha önce basamaklar ile inilen alan. Burası için daha önce açılan yarışmalar var ve bu proje önermelerinde yol hep aşağıya alınıyor. Benim bu kesitteki önerim ise bu kot farkını görerek ve yolu yukarıda mevcut kotunda bırakarak, aşağıda kalan bölümü meydanın neredeyse yarısı kadar açarak, bu meydan ve üst meydanı birbirine bağlamak ve bağladığımız esnada da arkeolojik alanın içinden geçilerek metro durağına geçiş sağlamak; dolayısıyla Barbaros Bulvarı’nın ağzı ve Köyiçi tarafı ile iskelenin alanını yayalar için bir bütün haline getirmekti. Trafik burada üst noktada akıyor. Dolayısıyla bizim şu anda yaptığımız, basamakları yok ederek ve trafik ışıklarını da iptal ederek, iskeleden çıkıldığında %5-7 arası makul bir meyille aşağıya inilip, yolun altından aynı genişlikte diğer tarafa geçilmesini sağlamak. Bu, projenin yola kadar olan bölümünün tamamlanan kısmı. Ama ikinci etap gündemi ile bazı revizyonlar içerecek.

Geçişi alta alıp metro durağıyla diğer yakaya geçme kısmı ikinci aşama. Bu ikinci aşama için arkeolojik alandaki çalışmanın sonlanması ve bu alanda yapılacaklara dair ilgili kurulların onay süreçleri var. Bir yandan da amaç zaten şu ana kadar biten kısmının kullanılmaya başlanmasıydı, çünkü arada ne kadar süre olacağını bilmiyoruz. 

Beşiktaş Meydanı hem yoğun kara ve deniz trafiği, hem de bölge nüfusu nedeniyle oradan geçenlere alan açma açısından önemli bir yer. Ve bu bahsettiğimiz alanda, eski viyadüğün kaldırılması, deniz ile ilişki, iskele ve otobüs durakları, yayaların geçiş yerleri, ışıklar, simitçi, çiçekçi, büfe gibi alanlar derken çok fazla dinamik söz konusu. Dolayısıyla mekan çok katmanlı. Tüm bu durumlar üzerinden o alanla ilgili tasarım yaparken neleri dikkate aldın(ız)?

Burada iki şey çok önemli. Orası Beşiktaş Meydanı değil Barbaros Hayrettin Meydanı olarak geçiyor. Beşiktaş Meydanı olarak tarif edilen yer ayrı. Burası bir meydan ama park değil. Aslında tam bir meydan da sayılmaz çünkü merkezi bir toplama ve dağılıma sahip değil, denizin kıyısında. Biz oraya bu gaye ile bakmaya başladığımızda dağılmış bir oda gördük; pek de işlevli olmayan, artık üzeri tek sıra otopark olarak kullanılan bir viyadük geçiyor ve altında da kimi atıl, kimi kontrolden çıkmış, yayılmış büfeler, kiosklar, kendini eski zannettiren imitasyon bir reklam sebili, susuz, paslı, dökük bir süs havuzu, ortalık yerde bir tuvalet gibi dağınık, sözde işlevler var. Şehrin bu kadar önemli ve özellikle maç ve özel günlerde yüzbinlere varan insan hareketinin olduğu bölgesi dağınıktı. Dolayısıyla biz ilk önce bu dağınık odayı toplamamız gerektiğini düşündük. Buradaki ilk konsantrasyonumuz, alanı görüp, anlamaya çalışıp, sonra buna bir reaksiyon göstermek ve sonrasında yapılacak tasarımın buradaki kullanıma el verecek şekilde olmasını gözetmekti. 

Viyadüğün kaldırılmasının ardından birçok insanda burada alanın açıldığına dair farkındalık oluştu. Viyadüğün hızlı bir şekilde kaldırılması, pandemi döneminde büyük bir idari cesaret ve konsantrasyon gösterilmesiyle hayata geçebildi. Viyadük kalkınca, ardından otobüs durakları da kaldırıldı. Bu toparlama halinden sonra bu kez puset, tekerlekli sandalye, bisiklet gibi tekerlekli araçların ve yayaların belli bir yerden başlayıp, düzayak gidebilecekleri şekilde kotları yumuşatıp birbirinin içine geçen bir zemin haline getirdik orayı. Dolayısıyla bu bir kentsel zemin projesi diyebiliriz. Olabildiğince yapısallaşmadan, insanların ilişebilecekleri bir zemin yaratmaya çalıştık.

Şu anda mevcutta olan yerler nihai konumları değil elbette. O alanın ayrıca organize olması söz konusu ancak birinci etabın sağlıklı işlemesi için de bu bir ara çözüm oldu.

İnsanların burada vakit geçirme alışkanlıkları var. Vakit geçirip, birilerini bekliyorlar ya da duruyorlar… Bu benim de iyi bildiğim bir alışkanlık, yeni bir durum değil. Bu, yani şehrin herhangi bir yerine ilişip orada durma hali, başka şehirlerde çok sık gördüğümüz bir şey değil. Tabii burada bahsetmemiz gereken önemli unsurlardan biri de o zemini kullanan ve sahiplenen kaykaycılar… 

Burada biz de insanların zemin kullanımına yönelik bir reaksiyon göstermek istedik.

Bir yerle, mekânla ilgili tanımları doğru kullanmak, o alanla ilişkimizi belirlemek için önemli diye düşünmüyorum. Buradan bakarsak, bir meydanın “meydan olma” özellikleri nelerdir?

Meydan tarifi Doğu ve Batı arasında çok fazla tartışılan bir konuydu. Şükür ki zaman içerisinde bu coğrafi ve geleneksel temelli ayrıştırma gerekçesini yitirdi. Sonuçta şehrin olmazsa olmazı… Ölçekleri ve meydanı oluşturan unsurlar farklı olsa da sonuçta şehrin ve ister istemez sirkülasyonun bir parçası. Yani insanların bir yerden bir yere gitmek için içinden geçmeleri gereken bir yer. Parktan farklı örneğin… Park, gittiğin bir yer. Bir yerde park varsa rekreasyon için gidilir ve oradaki duruma göre, tabiat, oyun, peyzaj, dinlenme gibi faaliyetler talep edilir. Parkın rekreasyona yönelik, hem yapısal hem açık alan donatılarına sahip, yeşil bir alan olması beklenir. Meydanların ise sirkülasyonu yüksektir ve zamansızdır. Meydan, 7/24 işler.

Meydanın ilk başta insanların gündelik hayatını zorlaştırmaması, ona alanlar açması gerekir. İnsanların bir yerden bir yere rahat yürümesi, oturma ihtiyacı varsa oturabilmesi, yağmurlu havalarda sular altında kalmaması, ayrıca seçim, kutlama, anma gibi özel günlerde toplanmalara imkan tanıması gerekir… Beşiktaş özelinde örneğin, maç günlerinde burası binlerce kişinin bir araya gelip sosyalleştiği bir alan haline geliyor. Ancak bu kadar yüksek bir sirkülasyondan dolayı da park vasfında değil. Zaten bir taraftan mühim yollardan biriyle, diğer taraftan denizle ve her iki taraftan da yapılarla kuşatılmış bir yer. Adeta her yere ağ atıyor…Bu kadar yoğun bir sirkülasyonun olduğu başka bir yer gelmiyor aklıma. 

Az önce değindiğin kaykaycı topluluğu ile bu yerin ilişkisini biraz daha açalım… Bu alanı en sık, devamlı ve farklı şekilde kullanan kaykay topluluğu, meydandaki gündelik akışın önemli bir parçasıydı her zaman. Bir taraftan da İstanbul kaykay için çok uygun bir topografyaya sahip gibi görünmüyor, kültürü de enteresan ve her yerde barınması kolay olmayan bir kültür. O nedenle de Beşiktaş’ta kullanmaya alışık oldukları alanın bir biricikliği vardı. İstanbul’un çeşitli bölgelerinde pek çok projede aksi örneklerini de yaşadığımız için, meydan düzenlemesi söz konusu olduğunda bazılarımızın aklına ilk gelen sorulardan biri bu topluluğun tekrar alan bulup bulamayacağı idi. Bu konu tasarım ve projelendirme sürecinin içinde nasıl yer buldu?

Projeye başladığımızda kaykaycılarla ilgili durumun farkındaydık, biliyorduk. Viyadük kalkıp orası müdahale edilebilecek duruma geldiğinde, sosyal medyada bazı kaykaycılar tereddütlerini ve endişelerini yazmaya başladılar. Bunu -idare ile birlikte- dikkate alarak ilerledik. Burada viyadüğün kalkması ve projenin sağlıklı bir şekilde devam etmesi konusunda o dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanı olan Çağatay Seçkin’in ismini geçirmek isterim. Kendisinin bu süreçte çok katkısı var. 

Kaykay gündemimize girdiğinde Sinan Logie ile irtibat kurduk. Sinan mimar, tasarımcı ve aynı zamanda yıllarca kaymış bir arkadaşımız, meslektaşım. Kaykay ekibiyle bizi bir araya getirip, kendisi de dahil olup, birlikte birkaç atölye çalışması yapmamıza vesile oldu. Pandemi zamanında kaykaycılarla Yıldız Parkı’nda bir araya geldik. Orada idare de vardı. Onlarla şehir ve kayma gibi konularda, neler yapılması gerektiği perspektifi üzerinden, sadece teorik düzlemde değil, pratik olarak tartıştık. Hatta devamında bazıları bizim ofiste olan, toplamda üç atölye çalışması yaptık. Tüm bu çalışmalar esnasında zemindeki basamaklara, onların “kayılabilir kentsel alan” tarifi üzerinden yeniden baktık. 

Biz oraya hiçbir zaman kaykay parkı yapmayacaktık, zaten onların istediği de bir kaykay parkı değildi. “Kayılabilir kentsel alan”, kaykay parkı olmadığı halde, kayılabilir bir alana karşılık geliyor. Bunun üzerinden yürüyecek bir tasarım meselesi benim de hoşuma gitti. İnsan ergonomisine, kayacakları alanlara, insanların oturabileceği yerlere dair detayları da konuştuk. Kaykaya yeni başlayanlar için alanın belli yerlerinde oynamalar yaptık, kaykayla çıkılabilir yüksekliklerin ayarlamalarını birlikte konuştuk… Hatta bazı durumlarda kaykay ayaklarının altından kaydığında, o süratle insanlara çarpmaması için alanda belli önlemler alacak kadar detaylı konuşup çalıştık. Ve bu konuştuklarımızın hepsini tasarıma yansıttık. Tüm meydan 1/1 ölçeğe kadar detaylandırıldı ve onlardan aldığımız tüm pratik bilgilerle ilerledik. Projede orası en son tamamlanan alandı… Bir süre nasıl kullanıldığını gözlemledim ve bir gün bir baktım alan sahiplenilmiş… Peyzaj projesi ve alan dahili ilgili donatılarını Landworks’den Elif Çelik ve Zeynep Hagur ile çalıştık. 

Orada bir de Kartal Heykeli konusu üzerine düşünmeniz gerekti sanıyorum, değil mi? O süreçten ve yeni eklediğiniz heykelden bahseder misin?

Böyle projelerde çok fazla parametre ve paydaş olabiliyor, mümkün. Bu alanda da var. Bir tarafta örneğin Barbaros Hayrettin’in haziresi de olan türbesi, şebekeli ihata duvarı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait kısımlar, yıllardır alana yayılan toplar, Deniz Müzesi ve İskele yapısı gibi pek çok alan iç içe. Dolayısıyla asıl işveren idare olmakla birlikte, alanda çok fazla müdahil olan yapı ve kentsel durumlar söz konusu. 

Bu iş özelindeki kritik alanlardan biri de oradaki Kartal Heykeli oldu. O alanda artık görünmez ve tarumar olan küçük ölçek bir kartal heykeli vardı. Beşiktaş takımı oraya yeni heykel yaptırmak istedi. Çünkü alana müdahil bir grup da Beşiktaş takımı. Alandaki diğer sabitler, yapılar bağlamında projede yeni yerini belirledik. Kulübün birkaç önerisi oldu ve farklı malzemelerden çeşitli kartal formları önerildi. Günün sonunda farklı bir iki sanatçı ile görüştük. Sonunda MSGSÜ Heykel Bölümü hocalarından olan sanatçı Bülent Çınar’ın işi yerleşti. 

Bizim bölgede çok önemsediğimiz kumsal alan vardı bir de. İskeleden sonra, Bahçeşehir Üniversitesi’ne doğru giderken, eski DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) binası önünde ufacık koy benzeri bir alan var ve orası sahil. Karaköy’den itibaren Akıntıburnu’na kadar, bütün Boğaz’ın sahil çizgisinde kalan nadir bir kumsal alan. Biz burayı çok önemsedik. Bu alanı meydana doğru devam ettirip, o kumsala ayak basabileceğin bir alan yaratıp -ki orada gerçekten kum var- DGM’nin giriş bahçesinden Çırağan Caddesi’ne bağlayıp, bir yaya güzergahı yaratmak istedik. Ancak bunu muhtelif sebeplerden yapamadık. 

Meydan yaya akışı

Özellikle kent ölçeğindeki işlerde, bölgede yaşayanlar, esnaf, oradan geçiş yapanlar, öğrenciler, çeşitli topluluklar, deniz, yaya, araç trafiği, sirkülasyon gibi pek çok unsur ve topluluk bir araya geliyor. Böyle bir alan üzerinde yeni bir tasarım önerisi geliştirirken nasıl bir yöntemle çalışıyorsun? Tarihi, kültürel, ekonomik, sosyal birikimin iç içe geçtiği, “çok kimlikli” mekânlarda çalışmanın incelikleri ve doğru yöntemi nedir?

Buradaki ihtiyaç da talep de çok kimlikli diyebiliriz. Şehrin karşılaması gereken asgari talepler ve ihtiyaçlar var. Burada kimlik konusu önemli ama hangi perdeden geliyor bilmiyoruz. Bu bölge özelinde, orada yerleşik olup daha sık geçenler ve seyrek geçenlerin kentsel konfor şartlarının bir arada sağlanması bizim için önceliği olan bir konuydu. Senin “çok kimlikli” olarak tarif ettiğin bu kadar fazla parametre olunca bunların hepsini bir potada eritmekten farklı bir yöntem izlemek istedik. 

Bu tip yerlerin çok fazla parametresi ve kullanıcısı var evet ve kontrol etmesi de güç… Diğer taraftan böyle alanlara yapılan müdahaleleri kontrol etmedikçe de oluşan en büyük risk o alanın sahibini yitirmesi oluyor. Öyle ki herkes o alana sahip ama bir yandan da kimse değil… Bu sahiplenme mekânı kullanmakla ilgili…

Bu tip kentsel tasarımlarda bir hiyerarşi kurmak gerekiyor; kimin için, ne için, ne yapılacak sorusuları önemli. Yaya veya her türlü kullanıcı -meydanı kullananlar ve geçenler dahil olmak üzere- birincil öncelik olmalı. Elbette itiraz edenler olacaktır- ticaret, trafik gibi unsurlar ikincil sırada. Bahsettiğim hiyerarşiyi kurunca tasarım metodunu da ona göre geliştiriyorsun..

Beşiktaş’taki Barbaros Hayrettin Meydanı projesi özelinden çıkıp, daha geniş bir perspektiften bakalım. Kentin tarihsel kimliğini de sahiplenen bir tarafta olarak; şimdiye kadar tasarladığın, gerçekleştirdiğin mimari projelerde gündelik, bugüne dair ihtiyaçlar üzerinden yeni bir proje geliştirirken o mekanı korumakla veya bu koruma meselesini gözetmekle ilgili zorlanıyor musun?

Zorlanıyorum… Ancak bu “yapmamak” üzerinden bir zorlanma değil; tüm bunların, her birinin yöntemleri var. Koruma ve tarihle ilişkimizin iki noktası var. Biri, fazla korumacı davranıp, tasarıma müsaade etmeyip, onu gündelik hayattan uzaklaştırmak ve statik hale getirmek. Bir diğeri de, onu görmezden gelip, tarihini, kıymetini, hafızasını kollamamak. Tıpkı az önce bahsettiğim kumsal örneğinde olduğu gibi. Orada o kumsal kadar, 80’ler, 90’lardaki gündelik hayata mâl olmuş yaşantı da önemli. 2000’lerden sonra o alana yerleşen kaykaycılar da bu yaşantının içindeki unsurlardan biri olabilir.