Published in  
Röportajlar
 on  
November 1, 2024

Kendini hesaba katan bir tanıklık: Irmak Zileli ile "Her Şeyi Gördüm" üzerine

Irmak Zileli'nin üçüncü gençlik kitabı “Her Şeyi Gördüm” geçtiğimiz Mayıs'ta raflardaki yerini aldı. Gizemli bir tanıklığı odağına alan kitabı vesilesiyle kendisiyle buluştuk ve kitabın yazım sürecine, akran zorbalığına, yazar-okur ilişkisine dair çokça şeyi konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik.
Kategori
Röportajlar
Tarih
1/11/24

Kendini hesaba katan bir tanıklık: Irmak Zileli ile "Her Şeyi Gördüm" üzerine

Irmak Zileli'nin üçüncü gençlik kitabı “Her Şeyi Gördüm” geçtiğimiz Mayıs'ta raflardaki yerini aldı. Gizemli bir tanıklığı odağına alan kitabı vesilesiyle kendisiyle buluştuk ve kitabın yazım sürecine, akran zorbalığına, yazar-okur ilişkisine dair çokça şeyi konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik.

Kategori
Röportajlar
Tarih
1/11/24

Kendini hesaba katan bir tanıklık: Irmak Zileli ile "Her Şeyi Gördüm" üzerine

Irmak Zileli'nin üçüncü gençlik kitabı “Her Şeyi Gördüm” geçtiğimiz Mayıs'ta raflardaki yerini aldı. Gizemli bir tanıklığı odağına alan kitabı vesilesiyle kendisiyle buluştuk ve kitabın yazım sürecine, akran zorbalığına, yazar-okur ilişkisine dair çokça şeyi konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik.

Irmak Zileli'yi 2012 Yunus Nadi Roman Ödülü'yle taçlandırdığı ilk romanı “Eşik”le, 2020 Duygu Asena Roman Ödülü'nün sahibi “Son Bakış”la ya da “Bende Ölen Sensin”, “Gözlerini Kaçırma” veya “Gölgesinde” romanlarıyla tanıyor olabilirsiniz.

“Bozuk Saat” ve “Arkadaşım İçin” ardından Zileli'nin üçüncü gençlik kitabı “Her Şeyi Gördüm” geçtiğimiz Mayıs'ta raflardaki yerini aldı. Biz de kendisiyle, beklenmedik bir kaybın ardından altüst olan bir lisedeki gizemli bir tanıklığı odağına alan kitabı vesilesiyle buluştuk ve kitabın yazım sürecine, akran zorbalığına, tanıklığın sorumluluğuna, kötülüğün sıradanlığına, yazar-okur ilişkisine dair çokça şeyi konuştuğumuz bir sohbet gerçekleştirdik.

Tanıklık kavramı odağında bir gençlik romanı yazma fikri nasıl gelişti? İlk fikir kırıntısından son haline biraz süreçten bahseder misiniz?

Aslında ilk çıkış noktam, akran zorbalığı konusunun çok konuşuluyor ve gündemde olmasıydı. Bu ifade biçimini; konuyu akranlar arası bir şey haline dönüştürmek, toplumsal olarak içimizde olan kötülüğe “bu gençlerin problemi” demek ve kendimizi onun dışına çıkartmak için yetişkinlerin uydurduğu bir kavram olarak yorumladım. Yetişkinler, toplumu oluşturan ve bu toplumda yaşayan her şeyin sorumluluğunu alması gereken kişiler. Gençler arasında yaşanan şiddet olayları karşısında, "ne oldu bizim bu gençlerimize" gibi ifadelerle kendilerini yaşananların dışında konumlandırıyorlar. Bunu yaparken tanıklık konumunu bir konfor alanına dönüştürüyorlar. Ben bu hikayede zorbalığın her yerde olduğunu, gençlere has bir durum olmadığını göstermek istedim.

“Ötekini bir zenginlik olarak görmektense onu yok etmek istiyoruz çünkü ötekinin varlığı, kişinin kendi varlığının önünde bir engel gibi görünmeye başlıyor. Kendinden başka bir varoluşa tahammül edememek, her kuşakta ve her kesimde var.”

Akran zorbalığından bahsettiniz. Kitapta da okulda çocukların zorbalık deneyimine, zorbalığın toplumsal alanda nasıl inşa edildiğine önemli bir yer veriliyor. Okullarda gençlerin zorbalık deneyimine dair kendi zamanınızdan bugüne belki kızınız vesilesiyle tekrar bakınca fark ettiğiniz bir değişim veya bir gözleminiz var mı? 

Ben her zaman kültürümüzde ve toplumlarda, bu dünyanın kurulumunda, mayamızda kötülüğün ve zorbalığın olduğunu düşünüyorum. Kendi gençliğime baktığımda, o zaman da vardı zorbalık ama bugün bunun daha da keskinleştiğini, sertleştiğini gözlemliyorum. Çünkü bireycilik, bencillik, kendine odaklı olmak, kendini göstermek ve ötekini yok saymak giderek daha da derinleşiyor. Dolayısıyla gözlemim bunun giderek gençler arasında da, bütün toplumda da daha kötüye gittiği yolunda. Ötekiyle birlikte var olmaya çalışmıyoruz. Ötekini bir zenginlik olarak görmektense onu yok etmek istiyoruz çünkü ötekinin varlığı, kişinin kendi varlığının önünde bir engel gibi görünmeye başlıyor. “Herkes benim bir benzerim olsun, benim egemenliğim olsun” tavrı hakim. Sokak köpeklerinin katledilmesi konusunda bir yasayı tartışan bir iktidarın olduğu bir toplumda tabii ki zorbalıktan söz edilir. Kendinden başka bir türe, başka bir varoluşa tahammül edemeyiş her kesimde, her kuşakta, her ortamda kendini gösteriyor.

Kitapta tanığın kendi failliğini de hesaba katan bir tanıklığı var. Anonim kimliğiyle herkese attığı maillerde bir ifşa yapmıyor, kimseyi direkt işaret edip hedef göstermiyor, bu muğlaklıkla da herkesin failliğini sorguladığı bir hesaplaşmaya vesile oluyor. Bugünle düşündüğümüzde geçmişle yüzleşme kültürümüzün olmayışı ve kendi failliklerimizi hesaba katamayışımızı nasıl okuyorsunuz? 

Yarattığım anlatıcı karakter, anlatıcılık konumunu bir iktidar alanına dönüştürmüyor. En başından itibaren seslendiği bir kitle var ve birilerini etki altına almış durumda. Bu çok kolay suistimal edilebilir. İsterse herkesi düşmanlaştırıp, herkesin canına okuyup, ipliğini pazara çıkarabilir, kendisini de aklayabilir. Ben bu romanı kurgulayan yazar olarak anlatıcının, kendi konumunu da kendi iktidar alanını da bırakmasını tercih ettim. Çünkü Bir Tanık’ın amacı birilerini hedef göstermek değil, sistemi deşifre etmek. Bu sistem deşifre edilmezse o kişi gider, öbür kişi gelir. Hiçbir şey değişmemiş olur. Aynı zamanda Bir Tanık, başkalarını suçlayıp kendi sorumlu olduğu noktanın üstünden atlamayarak da kendi failliğiyle yüzleşiyor. Ama maalesef bizim toplumumuzda ne iktidarlar ne de yetişkinlik böyle bir sorumluluk alıyor.

Kitaba referansla "Bir şeylerin tanığı olmak suça ortak olmak mıdır?" diye sorsam…

Bir şeye tanık olsak, mesela şuradan birisi geçerken birini bıçaklasa ve biz bunu görsek, yapamayacağımız şeyler olabilir ama elimizden geleni yapmıyorsak suça ortak olmuş oluyoruz. Bu arada bu hikâyenin yazarı olarak insanlara akıl veriyorum gibi görünmesini istemiyorum. Ben derdi olan bir yazarım ve derdimi paylaşmayı, bu dert üzerinden bir meseleyi tartışmayı seviyorum. Verdiğim yanıtların hepsi her zaman tartışmak için verilen yanıtlardır.

“Gençler ve yetişkinlikler arasında bir seviye farkı yok. Gençlere tepeden bakmıyorum. Eşit seviyede olduğumuzu kendime hep hatırlatıyorum.”

“Bozuk Saat” ve “Arkadaşım İçin” ardından üçüncü gençlik romanınız “Her Şeyi Gördüm”. Yetişkin romanlarınızla birlikte düşününce yazma sürecinin farklılaştığı dinamikler oluyor mu?

Gençler ve yetişkinler diyerek okuru ayırmak, bir hiyerarşi kurmak gibi oluyor. Bir seviye farkı yok. Böyle bakmıyorum. "Gençlere yazarken daha kolay yazayım. Cümlelerimi daha kısa tutayım ya da meseleyi o kadar da derinleştirmeyeyim. Aman şöyle kavramlar kullanmayayım" gibi bir yaklaşım içinde değilim. Hikâyem, meselem, karakterler neyi gerektiriyorsa ona uygun şekilde yazmaya çalışıyorum. Özellikle gençlerin okuması için yazılan bir romanda onlara tepeden bakmak büyük bir hata olmaz mı zaten? Eşit seviyede olduğumuzu kendime her zaman hatırlatıyorum. Aramızdaki yaş farkı, deneyim farklılığı olabilir en fazla, ki ondan da emin olamazsınız. 15 yaşında birisi sizden çok daha başka deneyimler yaşamış olabilir. O yüzden “ben bilirim” tavrını bir kenara bırakmakta fayda var. Bunun için de kendini sürekli sınamak, dikkat etmek, özen göstermek gerekir. Bu da yeterli değil elbette. Gençlerin yanında durarak ve onların ihtiyaçlarını gözeterek yazmak önemli. Ne yazık ki toplumsal olarak hiyerarşik bir bakışa sahibiz. Kendi bildiğimiz doğruları dayatan, yargılayıcı bir yaklaşım var. Gençleri içeriden bir bakışla yeniden görmeli, yaşadıkları üzerine düşünmeli ve kendi payımızı değerlendirmeliyiz.

“Yazar olarak okurla kurduğum ilişkide de iktidar konumunu reddediyorum. Hikâyenin yaratıcısı olsam da sahibi değilim. Karakterleri yargılamam, anlamaya çalışırım. Yazdığımın sorumluluğunu alırım ama her şeyi bilen bir konuma yerleşmem.”

Buradaki yazarlık konumunuzla kitaptaki tanığın konumu biraz paralel bir yere denk geliyor sanırım. 

Tam da öyle. Çok güzel bir bağlantı kurdunuz. Çünkü yazar olarak da okurla ilişkide iktidar konumunu reddediyorum. Bu hikâyeyi yazıyor olmak, beni bu hikâyenin sahibi, belirleyeni yapmaz. Bir yere kadar belirleyebilirim. Hikâye kendi yolunu çizer. Karakterlerin kendi kaderlerini tayin hakkı vardır. Onları yargılamam, anlamaya çalışırım. Tıpkı Bir Tanık’ın yaşadığı gibi, metin de yazarın bir yüzleşme yaşamasını sağlar. Metin yazardan çıktıktan sonra okurundur. Yazdığımın sorumluluğunu üstlenirim elbette; ama her şeyi bilen bir konumu talep etmem. Pek çok zaman okur, yazardan çok daha fazla şey bilir. Yazarın kendisinin okuyamadığı satır aralarını görür.

Yani yan yanalık ihtimalini öldürüyor zaten. 

Elbette okur ile yazar yan yana olacak ki metin çoğalsın. Biraz kenara kayacaksınız ki okur da gelsin, oraya yerleşebilsin. Bazen sizin göremediğiniz şeyleri okur görür. Bazen ekler yapar, metin çoğalır. Biz o metnin yaratıcısıyız diye o metnin sahibi değiliz. Bizim de bilmediğimiz şeyler var yazdıklarımıza dair. Çünkü zaten beynimizin tamamını, her kıvrımında ne olup bittiğini bilmiyoruz ki. Bir rüya görüyoruz, şaşırıyoruz değil mi? O rüyada neler neler çıkıyor… “Neler varmış bende” diyoruz. Dolayısıyla bildiğimizi bilmediğimiz bir sürü şey var ama metne sızıyor. Onu okur görebiliyor, siz göremiyorsunuz bazen. 

Kitabı okurken aklıma Dardenne Kardeşler’in “Meçhul Kız” filmi düştü. Orada da bir kaybın peşine düşen, kendi failliğini hesaba katan bir karakter vardı. Kitabı yazım sürecinizde size eşlik eden kitap ve filmleri sorsam? 

“Meçhul Kız”ı izlememiştim. Hemen izleyeceğim, çok merak ettim. Ben şöyle bir çalışma yöntemi izliyorum: Meselem üzerinden, bununla bağlantılı olabilecek/meseleyi iyi besleyebilecek psikoloji, sosyoloji, felsefe, siyaset alanında okumalar yapıyorum. Aynı zamanda da yazacağım konuyu ele almış başka yazarların eserlerini mutlaka okuyorum. Son romanım için mesela Robert Musil'in “Genç Törless’in Buhranları”nı okumuştum. Onun hem filmini izledim hem kitabını okudum. Mesela Louis-Ferdinand Celine'in “Taksitle Ölüm”ü geliyor aklıma ya da işte Salinger'ın kitapları. Gençlerin arasındaki iktidar savaşlarını, şiddeti anlatan hikayeler, romanlar okudum, filmler izledim. Bunlar şimdi ilk aklıma gelenler. 

“Fail kendisiyle yüzleşmek zorunda ancak mağdurların da bu pozisyondan çıkmak için mücadele etme sorumluluğu var. Hayatta mağdur ve fail rolleri sabit değil. Eğer toplumsal olarak mücadele edilmezse her mağdur bir gün zorbaya dönüşebilir.”

Anlatıcı, kitap boyunca sesini pek işitmediğimiz toplumun farklı kırılgan kesimlerinden insanların maruz kaldığı zorbalıklara kulak kesiliyor. Bunun bugün yaşadığımız zamandaki izdüşümünü sorsam? Yüzleşme ve kırılgan kesimle ilişkiye dair neler söylemek istersiniz?

Failin kendisiyle yüzleşme yükümlülüğü olduğu gibi, mağdurların da bu pozisyondan çıkmak için mücadele etme sorumluluğu var. Eğer toplumsal olarak bu mücadele verilmezse, bilmek gerekir ki her mağdur, bir gün zorbaya dönüşebilir. Yüzleşen/fail olan kişinin kendi konumunu sabitleyip, ötekini de mağdur konumuna yerleştirerek hiyerarşiyi sabitleme riski de ayrı bir konu. Hikâyede fark ettiyseniz o mağdur konumundakilerin de zorbalaşabildiğini göstermek istedim. Aslında mağduriyet ya da kurban konumları sabit değil. Bunlar da çok değişebiliyor. Romanda da böyle, hayatta da.  

Son olarak da yazmakta olduğunuz ya da bir tasarım halinde olan, bizimle paylaşmak istediğiniz şeyler var mı?

Bir yetişkin romanı üzerinde çalışıyorum. Henüz daha yazmaya başlamadım, okuma ve tasarlama sürecindeyim. “Bende Ölen Sensin” çıkmıştı en son yetişkin romanı olarak. Onun bitimiyle yeni bir fikir tohumlanmıştı zihnimde. Şimdi onun üzerine gidiyorum. “Her Şeyi Gördüm”de de tohumları olan; kötülüğün kaynakları, kötülük nerede, kötü nedir, kötülüğün sıradanlığı üzerine düşünüyorum. Bunlarla ilgili bir kurgu var kafamda. Tahmin ediyorum ki kış gibi yazmaya başlarım.