Published in  
Güzel Rastlantılar
 on  
June 16, 2024

Tripleks bir uyarlama: TREPLEV

Anton Çehov'un zamanı aşındıran Martı'sından uyarlanan Treplev geçtiğimiz şubatta prömiyer yapmıştı. Decollage Art Space'in üç katına yayılan oyunun performansında Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim'in imzası var. İkilinin leziz performanslarını mekanın dokusunu koruyan incelikli bir tasarımla işleyen oyun, Treplev'in izinde aşkın, tutkunun ve ölümün odağında ortak bir rüyaya davet ediyor seyircisini.
Tarih
16/6/24

Tripleks bir uyarlama: TREPLEV

Anton Çehov'un zamanı aşındıran Martı'sından uyarlanan Treplev geçtiğimiz şubatta prömiyer yapmıştı. Decollage Art Space'in üç katına yayılan oyunun performansında Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim'in imzası var. İkilinin leziz performanslarını mekanın dokusunu koruyan incelikli bir tasarımla işleyen oyun, Treplev'in izinde aşkın, tutkunun ve ölümün odağında ortak bir rüyaya davet ediyor seyircisini.

Tarih
16/6/24

Tripleks bir uyarlama: TREPLEV

Anton Çehov'un zamanı aşındıran Martı'sından uyarlanan Treplev geçtiğimiz şubatta prömiyer yapmıştı. Decollage Art Space'in üç katına yayılan oyunun performansında Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim'in imzası var. İkilinin leziz performanslarını mekanın dokusunu koruyan incelikli bir tasarımla işleyen oyun, Treplev'in izinde aşkın, tutkunun ve ölümün odağında ortak bir rüyaya davet ediyor seyircisini.

Ümit Erlim ve Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Treplev Üzerine

Sıkışıp kaldığımız, yeni olanın peşinden çoğunlukla elimiz boş döndüğümüz; üretmek, daha iyisini üretmek istediğimiz, tekrarlara tutunduğumuz, kuşaklar arası mesafenin her geçen gün katmerlendiği bu zamana dair kıymetli bir seyir deneyimi sunan Treplev'in yaratım sürecine dair merak ettiklerimizi; tasarım, uyarlama ve metinde de ortak imzası olan Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim'e sorduk.

Yağmur Ruken Kahraman: Bize biraz süreçten bahseder misiniz? Metin seçimi, yeniden yazımı, mekana özgü tasarım, ekibin bir araya gelmesi gibi detaylar hangi aşamalarda belli oldu?  

Ümit Erlim: Biz Başak'la bir süredir drama atölyesi veriyoruz beraber. Bu atölye için mekan bakarken Decollage'i keşfettik. Görüşmeye gittik. Mekanı gezince Başak, "Buraya özgü çok güzel bir oyun yapılabilir" dedi. Onlar "Ne yapmak istersiniz?" diye sordu. Tabii beklemiyorduk böyle bir soruyu. "Bir düşünelim üzerine" dedik. Bir Hamlet fikrim vardı; o mu olsa dedik. Sonra Çehov'un o dönem birkaç oyununu izledim National Theatre'da. Aynı zamanda İngiltere'de Vanya'yı yaptılar Vanya Dayı uyarlaması. Öyle olunca aslında Martı oyununun Treplev'in derdiyle bizim derdimizin çok örtüştüğü bir iş olduğunu gördük. Hamlet'in retoriğiyle uğraşmak yerine Başak'a Martı'yı Treplev'in perspektifinden yapmayı önerdim. 

Y.K: Metni yeniden kurguladığınızı düşünürsek masa başı çalışmaları vakit almış olsa gerek. Provalar ne kadar sürdü?  

Ü.E.: Kasım aralık, iki-iki buçuk ay ön hazırlık; mekanı dolaşmamız, bütün Martı'yı benim okumam...

Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Birkaç sefer bütün karakterleri kendisi okudu. Bir duyduk nasıl olduğunu. 

Ü.E.: Bir yandan da Treplev'in perspektifine çekip metni bozma fikri vardı aklımızda. Metin çalışmaları toplamda provalarla yaklaşık bir beş aylık süreçti. Bunun da bir buçuk, iki ayı ayaklanıp prova aldığımız süreç. Metin hazır bir şekilde provaya girdik.

B.K.E.: Ve ana metni aslında hiç bozmadık. Aldığımız yerlerin hepsi zaten var olan yerler. Onun üzerinde sadece ekstra yazdığımız ya da tasarladığımız, parçalayıp tekrar birleştirdiğimiz yerler var. Bir yandan Treplev'in hikayesini sondan başlayacak şekilde kurgulamış olduk. Bugün yaşasa ve biz bu hikayeye sondan başlasak böyle bir döngüsel kurgu içinde diyerek Çehov'un metninin lineer aksını da bozmuş oluyoruz.   

Seyirciyle birlikte bir oyun alanı açıyoruz

Y.K.: Metni yeniden kurgulamak; Martı'ya ve Treplev karakterine bugün içerisinden bakmak sizin için ne tür keşiflere vesile oldu?

B.K.E.: Oyunda çokça ‘’new age’’ terim var. Nepotizm, ghosting, love bombing, cringe’lik var. Trigorin'in yazdığı her şey cringe zaten. Aslında old-fashion’lar ikisi. Sanırım günümüzün sarkastik yapısıyla metin çok örtüşüyor. Çünkü Treplev aslında hepsiyle alay etmiş kendince. Yazdığı oyunla hem edebi tarafını sorgulamış hem de bakalım bu cringe tayfa ne yapacak demiş belki de. Eski kuşakla yeni kuşak arasındaki çok keskin çizgi üzerinden Martı'ya bakınca da günümüzle, günümüzün eleştirel bakışıyla, kendisinin hafife almasıyla çok örtüşüyor. Treplev sürekli kendisiyle de dalga geçiyor. Kurt Cobain gibi giyiniyor. Yenilikten bahsediyor. Geçmişi de unutmadan devam ediyor. Günümüzdeki sanata bakışı anımsattığı için bence 2024 ile çok bağlantılı bir metin.  

Ü.E.: Zaten kuşak çatışması, yenilik ve tutuculuk, gelenek ve yenilik oyunun motiflerinden birkaçı. Dolayısıyla bütün bunlar, konservatif bir oyunculuk biçimi ve konservatif olmayan bir yapı oyunun motiflerinden biri. 1895'te yazılıp 1898'de sahneleniyor oyun ve ilk sahnelendiğinde büyük şok oluyor çünkü kimse anlamıyor, beğenmiyor oyunu. Bir yandan da oyun bu eski kuşak bakış açısından yaklaşan insanlara bir şekilde çarpıyor çünkü onları eleştiriyor Treplev.

Şunu da sormak gerekiyor bence: "Nasıl Çehov zamanında tüm bu natüralist akıma, doğalcı geleneğe karşı daha sürreal bir monolog yazdırıyorsa Treplev'e; biz bugün bu konservatif akımı nasıl bozarız?" Dolayısıyla Başak'ın kurduğu yapıyla, bizim metni düzenlememizle; bütün konservatif akıma karşı ne yapılabiliyorsa yapalım dedik. Oyunda video kayıt, ses kaydı, görüntü kaydı alınabiliyor. Birinin telefonu çalabiliyor.   

B.K.E.: Aslında seyirciyle birlikte bir oyun alanı açıyoruz. Bir alanı genişletiyoruz. 

Y.K.: Oyunu mekana özgü tasarlama süreci nasıl gelişti? Treplev’i mekana yerleştirirken neleri gözettiniz? Oyunun mekana; mekanın oyuna ne gibi dokunuşları oldu?  

B.K.E.: Mekana özgü tasarım kendi bakış açım olarak söylüyorum; o mekanı çok bozmadan yapılınca oluyor gibi geliyor bana. Kullandığımız hiçbir şeyi bozmadık. Aslında mekanın olasılıkları da çok fazla olduğu için onları hesaba katarak devam ettik. Dekor tasarımcımız Melisa aynı zamanda yapımcımız ve mimar. Dolayısıyla çok basit şeylerle çözdü. "Dokuyu bozmadan oradaki olasılıklarla ne kadar ileri gidebiliriz, ne kadar kullanabiliriz, işimize ne kadar yarar"ı aradık aslında sahnelerken ve bütün imkanları da sonuna kadar kullanabildik zaten. Mesela mekanın dikdörtgen olması, uzun olması çok işimize yaradı. Benim için bence en önemli şey uzunlamasına olmasıydı hikaye aktarım açısından. Orada hem seramik atölyesi var, hem konferans salonu gibi bir yer var, hem konser alanı var. Mekanda olmayan da bizim kullandığımız ve dekor olarak bunu buraya koyalım dediğimiz hiçbir şey yok. Son bölümdeki ekran da onların ekranı. Sadece video bizim. (gülüşmeler)  

Bir oyunda hiç kimse hiç konuşmamıştı

Y.K.: Oyunda metnin, mekanın, müziğin ve performansın dengeli-girift bir tasarımı var. Bu noktada hareket ve müzik tasarımı özelinde sormak istiyorum. Sürece dahiliyetleri nasıl gelişti ve bu dengeyi kurarken göz önünde bulundurduğunuz şeyler oldu mu?     

B.K.E.: Müzik hep vardı. İdil Acim'in yazdığı çok güzel parça var iki tane. Parçanın rengiyle ilgili çok gittik geldik. Çünkü Treplev'i ben pop bir iş gibi görüyorum. Bana öyle bir his veriyordu. Müzikte öncesinde biz çok çalıştık. Sonrasında İdil bizim provalara çok gelmek istedi. Biz de gelmesini istedik. Çünkü sahnede hep bizimle olduğu için ne yaptığımızı bilirse tasarımı daha kolay olacaktı. Tema müzikleri de bizi izleyerek çıktı aslında. Hareket hocamızın da Almanya'ya gitmesi/gelmesi gerekti. O da neredeyse ayaklandığımız sürecin tamamında vardı. Türkiye'de olmadığı zamanlarda da Zoom’dan konuştuk. Onlar (Ümit'le) birinci kattaki hareket tasarımını çıkartmak için bir hafta bensiz çalıştılar. Yapımcımız ve dekor tasarımcımız Melis'le; ışık tasarımcımız Eray'la da hep birlikteydik. Hep birlikte çalıştık ve bu birlikte çalışmanın da etkisi bence. Decollage da zaten her şeyi bir arada barındırıyor. 

Ü.E.: Tabii şunu da gözardı edemeyiz; Başak'la üç senedir aynı sahneyi de paylaştığımız için tanıyoruz birbirimizi. O noktada birbirimizi sahnede gözetebiliyoruz, iyi bir oyun arkadaşıyız yani.  

Y.K.: Oyunun seyirciyle ilişkisi de önemli bir yerde duruyor. Hem seyirciyle diyaloğa açmak hem de sahnenin dokusunu/duygusunu bozmamak arasındaki dengeyi kurmak önemli olmalı. Bu anlara dair deneyimleriniz neler? Birkaç tane gerçi söylediniz ama...

B.K.E.: Ben bireysel olarak seyirciyle ilgili çok düşünüyorum. Ümit de öyle. "Doğru aktarım üzerinden yani seyirciye aktardığımız şeyi ne kadar doğru anlatabiliriz? Nasıl alanlarımız var? Sınırlarımız nedir? Nerede hikaye kayboluyor? Nerede geliyor?" gibi sorular üzerinden. Seyirciyi düşünmeden zaten bir şey kurmak herhalde delilik olur bulunduğumuz zamanda.

Treplev seyirciye göre de şekillendiği için her oyun gerçekten seyircinin biçimlendirdiği bir karaktere sahip oluyor. Bazıları hiç konuşmuyor. Bir oyunda mesela hiç kimse hiç konuşmamıştı. O öyle bir oyundu. Bir oyunda seyirci "Ben yazara gideceğim. O yüzden bunu okumak istemiyorum" dedi mesela. İşte olasılıklı. Biz ne olacağını hiç bilmiyoruz. Ve bu bilmezlik çok hoş bir şey. Onlardan gelen şeylerle hikayenin devam etmesi... Bu küçük, sihirli anlar çok keyifli oluyor, bizi mutlu ediyor.

Uzlaş ama taviz verme

Tasarım ve uyarlamada ikinizin imzasını görüyoruz. Yönetmenlikte de Başak yer alıyor. Yazar, yönetmen, oyuncu gibi çokça gömleği giymek nasıl bir deneyimdi? O noktada nasıl bir karar mekanizması kurdunuz biraz bahseder misiniz? Beraber çalışmak nasıldı?   

B.K.E.: Bence bu oyuncu disipliniyle alakalı. Birbirimizin alanlarını her zaman biliyorduk. "Bunu böyle de yapabiliriz" dediğinde; o çizgileri hiç geçmedik. Geçtiğimiz yerler de oldu tabii ki. Birbirimizin alanına müdahale etmedikten sonra herhangi bir sorun çıkmıyor. Ben yönetmenlik yaparken Ümit kendisini tamamen oyuncu olarak bıraktı. Ben hatta son on gün dedim ki beni kim yönetecek acaba? Dış gözümüz Nagehan (Gürkan) geldi sağ olsun. Düzeltmesi gereken birkaç yer vardı. Dolayısıyla herkes disiplinli, işini bilen ve sınırları ne olduğunun farkında olan insanlar olduğumuz için hiç o konuda sorun yaşamadık.

Ü.E.: Bir de metni uyarlayıp tasarlarken bir sürü şeyi netleştirdiğimiz için kafamızda metin zaten belliydi. İşe başlarken Başak'ın dediği gibi sınırlar çok netti ama bence şunu kaçırıyoruz. Tartışmak bu işin bir parçası ama ikimiz de işimize çok saygılı olduğumuz için Treplev'in varlığı burada Başak'tan da, benden de, uygulayıcı yapımcımızdan da, hareket tasarımcımızdan da daha önemli. Öyle olduğu için de zaten bir şekilde birbirimizle uzlaştık. Bence sanatsal olarak zaten günümüzün bir problemi bu; ki son monoluğu yazarken aslında benim söylediğim şey kendimize hatırlattığımız şey. Treplev o noktada diyor ki "Uzlaş ama taviz verme." Sanatla uğraşıyorsan, ressam da olsan, müzisyen de olsan ki tiyatro çok sosyal bir iş. Başka insanlarla çalışmayı gerektiren bir iş. Dolayısıyla birileriyle uzlaşmak durumundasın zaten.

B.K.E.: Ve didişmek zorundasın. Mecburen, işin iyi olmasını istiyorsan.

Y.K.: Zaten önceden tanışıklığınız olduğundan...

B.K.E.: Evet, rahatça kavga edebildik. (gülüşmeler)

Kaybeden Treplev"i daha çok seviyorum

Y.K.: Oyunda en sevdiğiniz cümle?

B.K.E.: Bunu Ümit söyler herhalde. "Uzlaş ama taviz verme."

Y.K.: Benim de favori cümlem.  

Ü.E.: Ben en sonda Vanya'nın monoluğunu da seviyorum. Vanya'dan bir parça giriyor. Aslında orada yaşayacağız diyor. Çünkü aslında günümüzdeki bu depresyona, insanların umutsuzluğuna, mutsuzluğuna karşı da belki yüzlerce kişiyi değil ama en yakınımızdakini korumak durumundayız. Kaybetmemesi için ona sarılmak durumundayız ve orada tabii ki kendimiz için değil başkaları için çalışıp didineceğiz gibi bir yerden söylüyor. Ben orada tam tersine çevirdim. Gerçekten kendimiz için çalışıp didinelim, mücadele edelim ama sadece kendi haklarımız için değil.  

B.K.E.: Ben "Kaybeden Treplev"i de seviyorum.  

Ü.E.: "Kaybeden Treplev" de güzel. Orada çok varoluşsal bir yere geliyor. Beckett'in "Yenil, tekrar yenil, daha iyi yenil" dediği yere de çıkıyor. Kaybeden Treplev. Bir roundu daha kaybeden Treplev. Onuncu roundu kaybeden Treplev ama kalkıyor. Üçüncü kata çıkıyor, anlatmaya devam ediyor. 

B.K.E.: Evet, aslında kaybetmiyor. O yüzden çok Brechtiyen, çok Beccket'iyen yani. Her yaşadığımız şey sonrası bir şeyleri tekrar yapabiliyor olma şansımız çok değerli sanırım. Her seferinde Treplev yine anlatmaya çalışıyor derdini. Dolayısıyla "Kaybeden Treplev"i de daha çok seviyorum sanırım.

              Önümüzdeki oyunlar 26 Haziran’da, 14 ve 19 Temmuz'da

                 

Tripleks bir uyarlama: TREPLEV