Published in  
Meseleler
 on  
June 8, 2024

Travma travması

Geçenlerde bir arkadaşıma şöyle bir mesaj attım: “Kelimelere bayılıyorum.” Etki güçleri çok yüksek. Çekiciler. Bağlamı, zamanı ve mekânı parçalayabilir, sonra yeniden üretebilirler. İfade ve iletişimin olanaklarını artırırlar. Derin bağlara vesile olabildikleri gibi manipüle becerileriyle bir yıkım da getirebilirler. Kimi zaman çelişkililerdir. Değişir, dönüşürler. Kafaları karışabilir. Manaları sabit kalmaz. Bazen korkak bazen cesur olurlar. Her sabah aynı şekilde uyanmazlar. Uykusuz kaldıkları geceler olabilir. Kimileri kısa ömürlüdür, kimileri sonsuza dek yaşar. Onlarla birlikte olmak bir şeyleri büyütmek gibidir. Su ve güneş isterler. İnsan isterler.
Kategori
Meseleler
Tarih
8/6/24

Travma travması

Geçenlerde bir arkadaşıma şöyle bir mesaj attım: “Kelimelere bayılıyorum.” Etki güçleri çok yüksek. Çekiciler. Bağlamı, zamanı ve mekânı parçalayabilir, sonra yeniden üretebilirler. İfade ve iletişimin olanaklarını artırırlar. Derin bağlara vesile olabildikleri gibi manipüle becerileriyle bir yıkım da getirebilirler. Kimi zaman çelişkililerdir. Değişir, dönüşürler. Kafaları karışabilir. Manaları sabit kalmaz. Bazen korkak bazen cesur olurlar. Her sabah aynı şekilde uyanmazlar. Uykusuz kaldıkları geceler olabilir. Kimileri kısa ömürlüdür, kimileri sonsuza dek yaşar. Onlarla birlikte olmak bir şeyleri büyütmek gibidir. Su ve güneş isterler. İnsan isterler.

Artwork: Kaan Walsh
Kategori
Meseleler
Tarih
8/6/24

Travma travması

Geçenlerde bir arkadaşıma şöyle bir mesaj attım: “Kelimelere bayılıyorum.” Etki güçleri çok yüksek. Çekiciler. Bağlamı, zamanı ve mekânı parçalayabilir, sonra yeniden üretebilirler. İfade ve iletişimin olanaklarını artırırlar. Derin bağlara vesile olabildikleri gibi manipüle becerileriyle bir yıkım da getirebilirler. Kimi zaman çelişkililerdir. Değişir, dönüşürler. Kafaları karışabilir. Manaları sabit kalmaz. Bazen korkak bazen cesur olurlar. Her sabah aynı şekilde uyanmazlar. Uykusuz kaldıkları geceler olabilir. Kimileri kısa ömürlüdür, kimileri sonsuza dek yaşar. Onlarla birlikte olmak bir şeyleri büyütmek gibidir. Su ve güneş isterler. İnsan isterler.

Artwork: Kaan Walsh

Acıdan travma devşirmek

Duyma sıklığımın günden güne arttığı ve tekabül ettiği yerle ilgili kafamı gittikçe karıştıran bir kelime var: Travma. Fransızca “trauma”dan geliyor; yani yara. Tıptaki karşılığı ve sözlük anlamıyla “yaşamı tehdit eden bir durumda gelişen fiziksel, duygusal veya psikolojik hasar.” 

Steven M. Southwick ve Dennis S. Charney, travmanın ne olduğuna ve kişinin buradan güçlenerek nasıl çıkacağına dair verileri derledikleri Psikolojik Dayanıklılık adlı kitapta hemen herkesin hayatının bir noktasında büyük bir travma yaşadığını söylüyor. Elimizde, insanların yüzde 90’ının hayatları boyunca en az bir travmatik olayla karşılaştıklarına dair istatistikler var. Bu travmatik olay; bir doğal afet veya savaş olabildiği gibi şiddet içeren bir suç, tecavüz, ani bir ölüm, trafik kazası ya da ağır bir hastalık da olabiliyor.

Toplumsal travmaları bu yazının konusu olmaktan çıkararak sözü bireysel travmalardan açalım ve işin psikolojik boyutundan ilerlemeye çalışalım. 

Eski sevgiliyi hatırlamak travmayla mı eşitlenmeli? 

Fiziksel bir dayanağın yokluğu, “şeylerin” tanımını genelde gri bölgede bırakıyor. Dolayısıyla hangi olay ve durumların travma sepetine dahil edileceği hakkında kesin yargılar yok. Yani bir yanıyla epey kişisel.

Peki “yara”, duyulduğu haliyle daha yumuşak ve küçükken, “travma” nasıl bu kadar sert ve büyük?

Bir süredir “travmatik deneyim”e dair sınırlar muğlaklaşmış durumda. Sosyal medyada biri, pek de iyi geçmeyen bir randevusunu anlatırken travmatize olduğundan bahsediyor. Merak edip dinlemeye devam ettiğinizde onu üzen şeyin, karşısındaki kişinin peçeteyi katlayış biçimi olduğunu öğreniyorsunuz. Meğer eski sevgilisi de peçeteyi hep öyle katlarmış. Anlattığına göre, pek istemediği bir ayrılık yaşanmış ve şimdi geçmişe özlem duyuyor. Peki ama eski bir ilişkiyi/sevgiliyi hatırlamak ille de travmayla mı eşitlenmeli? Bazen de sadece kötü bir deneyim yaşamış olmaz mıyız?

Parkta yürüyoruz. Tezgahında pamuk şeker, jelibon ve salep olan bir seyyar satıcı geçiyor. Hemen yanında arkadaşı ve çocuğuyla birlikte bir anne duruyor. Çocuk şeker istiyor. Annesi almayacağını söylüyor. Sonra arkadaşı, bu reddedilişin çocukta travma yaratabileceğinden bahsediyor. 

Benzer bir duruma yakın çevremde de rastlamıştım. Bisiklet sürmeyi öğrenen bir çocuk, ebeveynlerinin yanında bisikletten düşmüştü. Ardından ebeveynlere şu eleştiri yöneltildi: “Neden onu tutmadınız?” İddia edilene göre bu düşüş, çocukta travmaya sebep olabilirmiş. Ama bisiklet düşerek öğrenilir? Bu düşüş, travmaya değil de hayata dair olabilir mi? Çocuk yaralanmış fakat travmatize olmamış olabilir mi?

Başka bir örnek: Çok iyi puanlarla iyi bir üniversite kazanan bir tanıdığım, öğrenim hayatının en düşük notunu en çok çalıştığı dersten aldı ve az kalsın o dersten kalacaktı. Bu durumun kendisini tetiklediğini, aldığı düşük notun onda travmatik bir etki yarattığını söyledi. Aynı soru: Bu başarısızlık, hayata dair olabilir mi? Kişi üzülmüş, belki kendine güveni sarsılmış fakat travmatize olmamış olabilir mi?

Elem mi, keder mi, travma mı?

Birileri bağlamdan ve gerçeklikten kopuk biçimde sürekli bir travma iddiasında bulundukça kelimeye yabancılaşıyor, bazen kastedileni tam olarak kavrayamıyor ve zihnimizde bir toz bulutuyla dolaşıyoruz. Aleladeleşen ve esas anlamı öldürme tehlikesi olan bu kullanımlar kendimize, tecrübelerimize, duygularımıza ve toplamda hayata mesafelenmemize sebep oluyor.

Konuyla ilgili, travma odaklı çalışan bir psikolog arkadaşımla konuştuğumda literatürde travma tanımının, örneğin depresyon kadar kesin olmadığını, olaylardan etkilenen kişilere göre değişebildiğini ancak tıbbi açıdan çizginin TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) teşhisinden çekilebileceğini söyledi. Aynı şekilde, bireysel deneyimlerden yola çıkarak elbette çocuklukta başarısız hissettirilmenin ve örselenmenin de travma yaratabileceğini kabul ediyor. Gerçekten travmatik bir geçmişi olanların yaşadıklarını değersizleştirmekten imtina ettiğini, kişinin koşullarından bağımsız “bu travmadır” ya da “bu değildir” demenin çok da kolay olmadığını dile getiriyor. Ancak sosyal medyadaki çarpık kullanımların ipin ucunu kaçırabileceğinin de altını çiziyor. Özellikle danışanlarına dair verdiği örnek bu konuda önemli şeyler söylüyor: “Danışanlarımın ‘travma’ kullanımı sosyal medyadaki ya da günlük hayattaki kadar yaygın değil. Biz de danışanlarımıza direkt olarak ‘bu yaşadığın travmatik bir deneyim’ demiyoruz zaten. Kaldı ki danışanlar da bunu böyle adlandırmayabiliyor. Travma yaşayan kişi, bunu her zaman bu kadar kolay fark edemeyebiliyor.” 

Kendimizi her türlü yoruma kapatıyoruz

Anlaşılan o ki, olumsuz etkilendiği durumlar karşısındaki hislerini travmatize olmakla tariflemek, profesyonel bir zeminde o kadar da yaygın değil. Ancak gündelik dilde kendine güzel bir koltuk bulup yerleşmiş; arkadaşlık ilişkilerinden çocuk yetiştirme pratiklerine kadar uzanan geniş topraklara sirayet etmiş bile. Her an karşımıza taşları “travma”larla döşenmiş yollar çıkabileceğini biliyoruz. Tabii bu bir yandan, yaşanan kötü tecrübeleri ya da bir mutsuzluğu konuşulamaz hâle de getiriyor. Kendimizi, yaşantımız hakkında her türlü yorum ve eleştiriye kapatıyoruz. Birilerinin acısını hafife alıyor gibi görünmekten çekiniyor, yanlış bulduklarımızı dile getirmekten geri duruyoruz. Ayrıca sürekli travmaya atıf yapılarak gündeme getirilen meseleler, kimi zaman olduklarından daha heybetli görünebilecekleri gibi kimi zaman da ehemmiyetlerini kaybediyorlar. En nihayetinde neyin ne olduğunu, yaşananı ve hissedileni eksik veya yanlış kavrar hale gelebiliyoruz.

Bazen bir problem, sadece bir problemdir

Kuşkusuz, sözcüklerin bükülüp yeni anlamlara vesile olduğu bir alışkanlık söz konusuysa bunda kelimelerin zamana ve koşullara göre esneklik kazanmasının payını yadsıyamayız. Kaldı ki çağın getirdiklerini reddetmek her zaman pek işlevsel olmaz da. Yine de herkesin bir şekilde “travmatize oluverdiği” bu dönemde, laflarımızın kat edeceği yolu öngörme becerisi kazanmak, her şeyden önce kendimize karşı bir sorumluluk işlevi görebilir. Çünkü sözcükler, bir araya gelip anlamlı bir bütün oluşturdukları anda, başı sonu belli bir cümle olmanın ötesine geçerler. Varlık kazanır ve bir şeyleri etkilerler. Zihin süzgecimizden geçirmeye gerek duymadan savurduğumuz kelimeler bize çarpık alanlar açmaya başladıysa şayet, belki de artık bir alternatif düşünmenin zamanı gelmiştir. Hem bazen bir problem, sadece bir problemdir. Dolayısıyla “yaşadığım kötü bir deneyimi hatırladığım için pek iyi hissetmiyorum” diyebilmek bazen çok daha etkili olabilir. 

Bir yazıda travmayla ilgili sinek ısırığı ve arı sokmasından verilen referans aklımdaki sorulara çabasızca yanıt olmuştu: “Olumsuz yaşam deneyimlerinin çoğu sivrisinek ısırığına benzer. Gerçekten can sıkıcıdır, dikkatimizi çeker ve kaşınırız (…) Arı sokması daha büyük bir olumsuz deneyim örneği olabilir; acı verir ve çoğunlukla çıkarılması gereken bir iğne vardır. Atlatılması daha uzun sürer ama neticede hafızadan silinir. Ancak kişinin arılara alerjisi varsa bu durum oldukça travmatik olabilir.”

Ve şimdi, derin bir nefes… Hadi çabuk… Sivrisinek ısırıkları yeni travmamız olmadan…

Travma travması