Published in  
Meseleler
 on  
September 13, 2024

Kendi yandığı cehennemin zebanisi olmak

"Türkiye’de kim, neyi, ne zaman kaşıyacağını çok iyi biliyor, hep de bildi. Bizim toplumumuzun cinnet anları hep organize ve tepeden koordineli oldu. Geçmişte kulaktan kulağa yayılan toplumsal hezeyan kıvılcımları, bugün sosyal medyadan yayılıyor artık. Sonuç değişmiyor. Anlamayan, dinlemeyen, hırsla güruha katılan insanlar…"
Kategori
Meseleler
Tarih
13/9/24

Kendi yandığı cehennemin zebanisi olmak

"Türkiye’de kim, neyi, ne zaman kaşıyacağını çok iyi biliyor, hep de bildi. Bizim toplumumuzun cinnet anları hep organize ve tepeden koordineli oldu. Geçmişte kulaktan kulağa yayılan toplumsal hezeyan kıvılcımları, bugün sosyal medyadan yayılıyor artık. Sonuç değişmiyor. Anlamayan, dinlemeyen, hırsla güruha katılan insanlar…"

İllüstrasyon: Ogan Dağçınar
Kategori
Meseleler
Tarih
13/9/24

Kendi yandığı cehennemin zebanisi olmak

"Türkiye’de kim, neyi, ne zaman kaşıyacağını çok iyi biliyor, hep de bildi. Bizim toplumumuzun cinnet anları hep organize ve tepeden koordineli oldu. Geçmişte kulaktan kulağa yayılan toplumsal hezeyan kıvılcımları, bugün sosyal medyadan yayılıyor artık. Sonuç değişmiyor. Anlamayan, dinlemeyen, hırsla güruha katılan insanlar…"

İllüstrasyon: Ogan Dağçınar

İnsanın Türkiye’yle bağı olması gerçek bir yürek çarpıntısı. Doğduğun, büyüdüğün yurdunu her şeye rağmen sevme çabası, içinde barınabileceğin, huzurla var olabileceğin bir kumdan kale yapmak, her yıkıcı dalgadan sonra yeniden başlayacak enerjiyi toplamak ya da toplamaya çalışmak…

Beni en çok sakin sakin laf anlatamamak, her an bir çılgınlık dalgasının gürültüsüyle boğulmak yoruyor. Bu ülkenin insanının kendine yaptığı kötülüğü görmeme inadı, “uğruna ölünecek cennet vatan” yaratma iddiasıyla içinde barınılamayacak bir cehennem inşa etmesi gerçekten kalp kırıcı.

Biz kendi kendini güvensizliklere ve o güvensizliklere karşı bina ettiğimiz savunma mekanizmalarına esir etmiş bir toplumuz. Akl-ı selimin en çok devreye girmesi gereken zamanlarda o savunma mekanizmalarını izana, mantığa duvar ediyoruz. O duvarların arkasında bağıra bağıra kaybediyoruz toplumsal aklımızı. İşin ironik tarafı, o duvarlar bizi tahmin edilebilir ve sömürülebilir kılıyor. En büyük zayıflığımız, ortasındaki gedikleri yok saydığımız savunma kalkanlarımız…

Türkiye’de kim, neyi, ne zaman kaşıyacağını çok iyi biliyor, hep de bildi. Bizim toplumumuzun cinnet anları hep organize ve tepeden koordineli oldu. Geçmişte kulaktan kulağa yayılan toplumsal hezeyan kıvılcımları, bugün sosyal medyadan yayılıyor artık. Sonuç değişmiyor. Anlamayan, dinlemeyen, hırsla güruha katılan insanlar…

 

6-7 Eylül 1955, neredeyse yetmiş yılı geride kalıyor. Daha yeni yeni ayırdına varıyoruz yediğimiz haltın. Varıyor muyuz orası da belli değil, zira bir davranış değişikliği gözlemlenmiyor. Tâ yetmiş yıl önce, gazeteler haftalarca nefreti ince ince işlemiş, en sonunda da kibriti çakmışlar. Birileri birtakım barbarları sahaya salmış, ahali arkasına takılmış. Komşu olduğumuz insanların evlerini başlarına yıkmışız.

2024’te Kayseri’de olanlar çok farklı değil. Sosyal medyadan alevlendirilen mesajlarla, bir kişinin suçunu toplu cezalandırmayla “öteki”ne ödettik yine. Birtakım barbarlar yine organize olarak sahaya salındı. Tertemiz pamuk ellerini kirletmek istemeyenler de kenardan alkışladılar. Toplumca bir çocuğun namusunu kurtardık, başka çocukların evini yakarak.

Diyeceksiniz ki, cinsel taciz kurbanı çocuğu savunmasa mıydık? Savundunuz mu sahi? Tacizci zaten yakalanmışken, kimin evini ateşe verdiniz? Derdiniz çocuk muydu gerçekten? Aynı gün, Hakkari Çukurca’da iki çocuğu taciz eden uzman çavuş, ifade verip serbest kaldı. O iki çocuk, çocuk değil miydi? Tacizci asker, çocuklar Kürt olunca hassasiyetleriniz mi köreldi?

Sonuç? 17 yaşındaki Suriyeli Ahmet Handan El Naif, bıçaklanarak öldürüldü. Katilleri aynı yaşta, bir tanesi iki yaş küçük hatta. 15 yaşında çocuklara 17 yaşında çocukları öldürttüğümüz bir ülke yarattık. Aferin bize… Türkiyem, Türkiyem, cinnetim…

Biz, ülkemizi kurtaracağız diye, çocukların çocukları öldürdüğü, masumların evlerinin yakıldığı bir cehennem yarattık. Başkaları yaşamasın diye, içinde kendimizin de yaşayamadığımız bir gayya kuyusu.

 

Biz, kendi kuyusunu kendi zehirleyen bir toplumuz. Nefretten, cinnetten gözümüz görmemiz gerekeni görmüyor. Küpünü milyarlarca dolarla dolduranların hesabını, merdiven altı atölyelerde üç kuruş paraya, güvencesiz çalışanlardan soruyoruz. Küp dolmaya devam ediyor o sırada, 17 yaşındaki Ahmet, 15 yaşındaki Y. Y. Tarafından bıçaklanırken…

Sonra köpekler diyoruz, köpeklerden koruyoruz çocukları, bu kez köpekleri öldürüyoruz. 

Cennet vatanı Ahmet’ten korurken, kendi yandığımız cehennemin zebanisi olduk yine… Masumun kanının aktığı yerde, çiçek bitmiyor. Kendi yarattığımız çölde, kuruyup gidiyoruz.