Published in  
Güzel Rastlantılar
 on  
August 22, 2024

Selçuk Artut ile Geometrik Desenlerden Yapay Zekaya

Sanatçı ve akademisyen Selçuk Artut araştırmalarını ve çalışmalarını uzun süredir görsel sanatlar, kültür, coğrafya, teknoloji alanlarının kesişiminde sürdürüyor. Artut ile bu çalışmaları vesilesiyle, dijital dünya, yapay zeka, teknoloji-insan ilişkisi gibi pek çok spekülatif meseleye dair konuştuk.
Tarih
22/8/24

Selçuk Artut ile Geometrik Desenlerden Yapay Zekaya

Sanatçı ve akademisyen Selçuk Artut araştırmalarını ve çalışmalarını uzun süredir görsel sanatlar, kültür, coğrafya, teknoloji alanlarının kesişiminde sürdürüyor. Artut ile bu çalışmaları vesilesiyle, dijital dünya, yapay zeka, teknoloji-insan ilişkisi gibi pek çok spekülatif meseleye dair konuştuk.

Tarih
22/8/24

Selçuk Artut ile Geometrik Desenlerden Yapay Zekaya

Sanatçı ve akademisyen Selçuk Artut araştırmalarını ve çalışmalarını uzun süredir görsel sanatlar, kültür, coğrafya, teknoloji alanlarının kesişiminde sürdürüyor. Artut ile bu çalışmaları vesilesiyle, dijital dünya, yapay zeka, teknoloji-insan ilişkisi gibi pek çok spekülatif meseleye dair konuştuk.

HOPE Alkazar’da Xtopia Immersive tarafından hazırlanan dijital programlamanın ilk çalışması olan “Sonsuza Uzanan Motifler” işin devam ediyor. Bu işin hikayesini anlatır mısın? 

Her sanatçı ürettiği eserlerle bir bağ kuruyor hayatta. “Sonsuza Uzanan Motifler” benim için oldukça uzun soluklu bir hikaye. Dünyanın bu yöresinde yaşamanın bana bugüne kadar kattıklarından sonra artık benden beklediği bir şeymiş gibi geliyor. Müzik kariyerim boyunca uzun yıllar Replikas ile Doğu Batı sentezi klişesinden uzak, kentli bir müzik üretmeye çaba gösterdik. Etrafımızda öyle ya da böyle sık sık işittiğimiz geleneksel müzikleri ötekileştirmeden, nasıl özgür hissediyorsak öyle müzikler ürettik. Bu anlayış bende daha öncesine, çocukluk yıllarıma kadar gidiyor. Bir dönem erozyona uğramış aydınlanma hareketi sonrası geriye kalan bulabildiğim tüm kalıntılardan, plaklardan, kasetlerden buraya ait müzikleri dinlemeye ve anlamaya çalıştım. Her ne kadar egemen bir Anglo-saxon kültür emperyalizmi yaşıyor olsak da bireysel olarak farkındalığın arttıkça buna direnç göstermeyi öğreniyorsun. Geometrik desenlere gelecek olursak buradaki çabamın -dışarıdan bir bakış açısıyla söylemem gerekirse- geçmişimle oldukça örtüşük olduğunu görebiliyorum. 

Sonar, Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Semerkant'ta bulunan Şah-ı Zinda nekropolisinden bir detay, Selçuk Artut

Günümüz medya sanatında benim için oturmayan sentetik tanımlarla ve sanata bakışımla çelişen birçok tutumla karşılaştım. Bir eserin kategorize ve tarif edilmesi ne kadar kolaysa, o eserin o kadar zayıf olduğunu düşünenlerdenim. Ne yazık ki bugüne kadar ne ile uğraştığımı başkalarına anlatabilmem de hiçbir zaman kolay olmadı. Bireysel sanat üretimlerimde yaptığım işlerin “Yeni Medya” veya “Dijital Sanat” olarak adlandırılması bir türlü beni tatmin etmiyordu. “Yeni Medya” demek bende yine çok dışarıdan ve tepeden gelen, geçmişi hiçe sayan ve daha çok modernizmi çağrıştıran bir olgu gibi duyuluyor. Tabii ki ortada yeni bir dünya düzeni olduğunu inkar edecek değilim ama bu tartışmada geleneğin de ele alınarak daha bilinçli bir tutum sergilenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü günümüzde üretilen teknolojik eserlerin biçimsel içerikleri ele alındığında geçmişten gelen önemli estetik bağların olduğunu görebiliyorum. Futurizm, Suprematizm, Kübizm, Konstrüktivizm, De Stijl, Bauhaus, Op Art, Minimalizm gibi birçok sanat akımının günümüzde teknolojik sanatın sahip olduğu görsel ve işitsel dile erişebilmesi için son derece etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak tüm bu sıraladığım akımların az önce bahsetmeye çalıştığım kültürel etkileşimle ilgili çelişen bir yanı var. Burada Doğu medeniyetlerine dair bir etkiden pek bahsedilmiyor. Oysa ben -daha belirgin olmak gerekirse- İslam Aydınlanma Dönemi’ndeki bilimsel ve sanatsal gelişimin Rönesans’a öncü olduğunun altını çizmeye çalışanlardanım. Bunu söylerken de o dönemin de kendinden önce gelen Helenistik Uygarlık’a borçlu olduğunu ekliyorum. Ve bu etkileşimler bir sarmal olarak dünyanın her yanını kaplamaya devam ediyor. İşte zaten biz buna kültür diyoruz, aksi halde bir hegemonyanın tanımlarına bağlı körü körüne bir tarihsel bakışa sahip oluyoruz. 

Tarihin derinliklerindeki mağara resimlerine baktığımızda dahi bir takım soyut desenlerin insanlar tarafından oluşturulduğunu görmekteyiz

Geometrik desenlerin bu yapı içindeki yeri ne bu durumda?

Geometrik desenlerin de kendine konu edindiği soyut yaklaşım ve mekânla kurduğu ilişkileri düşünecek olursak günümüz medya sanatının gerçekleşebilmesinde sahip olduğu önemli katkıların fark edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Bu yüzden de 2021 yılında kolları sıvayarak geometrik desenleri yakından incelemeye başladım. Ardından bu süreç bir serüvene dönüştü diyebilirim. Geleneksel olarak bu desenler pergel ve cetvel yardımı ile üretiliyorlar. Ben de geleneksel yöntemleri uygulamaya ve bu dünyayı tanımaya başladım. Ardından matematiksel yöntemlerle geometrik analizler üretip bu yaklaşımımı bilgisayar algoritmaları ile geliştirdim. Bir yandan da gerçekleştirdiğim seyahatler ile bu desenleri görsel olarak belgeliyordum. Tüm bu uğraşlar sonucunda netice olarak geçmişten bugüne ulaşan, gelenek ve günceli harmanlayan, günümüz estetiğine dokunan bir çalışma ortaya çıkmış oldu. 

Bu eserleri dünyanın farklı yerlerinde farklı ölçeklerde sergilemeye başladım. 2023 yılında HOPE Alkazar’da Xtopia’nın davetiyle bu desenleri kapsayıcı bir deneyim ortamında sergileme şansım oluştu. Aslında bu eserlerin kapsayıcı bir deneyim olarak izleyicilerle buluşması benim için çok kıymetli. Geçmişte bu desenlerin mekanlarla kurduğu ilişkiyi halen HOPE Alkazar’da barındırabilmek geçmiş ve bugün arasında kurmaya çalıştığım kültürel köprüyü sağlamlaştırdı diyebilirim.

Şah-ı Zinda, Semerkant, Selçuk Artut

Geometrik motifler-coğrafya-kültür arasındaki ilişkiye bakmak ve bunu geleceğe taşımak neden önemli? 

Geometrik motifleri üzerine yüklediğimiz sembolizmden arındıracak olursak bu eserler beraberlerinde ortaya holistik bir bakış açısı getiriyor. Neredeyse bütün kültürlerde gerek doğadan esinlenerek gerekse soyut hakikati sorgulayarak üretilmiş görsel örneklere rastlamak mümkün. Tarihin derinliklerindeki mağara resimlerine baktığımızda dahi bir takım soyut desenlerin insanlar tarafından oluşturulduğunu görmekteyiz. 

Şah-ı Zinda, Semerkand, Selçuk Artut
Özbekistan'ın Khiva şehrinden, Selçuk Artut

Geometrik desenlerle yoğun olarak ilgilendiğim son bir iki yıl zarfında konuşmacı, sanatçı veya atölye yürütücüsü sıfatıyla birçok ülkeyi ziyaret etme şansım oldu. Avustralya’daki Aborjinlerin ürettiği çalışmalardan tutun, İrlanda’daki Kells Kitabı’na kadar birçok kültür, farklı yaklaşımlarla geometrinin soyut anlayışını ve doğanın somut algılanışını birbirine yaklaştıran eserler üretmişler. İlk örneklerden bahsetmek gerekirse M.Ö. 9. yüzyılda Frigya Sarayı’nın zemininde figüratif olmayan bir takım çalışmalara rastlamak mümkün. Tarih ve kültüre holistik bir bakış açısı ile yaklaştığımızda tüm bu ince dokunmuş bağlantıları fark edebilmek kaçınılmaz hale geliyor. Bir uygarlığın insan medeniyetine kazandırdığı entelektüel gelişmişlik seviyesinin başka uygarlıklar tarafından emanet alınarak pekiştirildiğini ve yükseltildiğini tarih bize apaçık söylüyor. Coğrafya ve kültürler arasındaki ilişkileri herhangi bir hegemonya veya dogmadan bağımsız olarak ele aldığımızda toplumlar arasındaki temelsiz olarak inşa edilmiş önyargıların da ortadan kalkmaya meyilli olduğunu düşünüyorum. Tüm bu mirası sahiplenip günümüzün değer yargıları ve estetik tutumu ie harmanladığımızda ise geçmişten bugüne sürekli devinim halinde olan kültürel zenginliğe bir nebze olsun kalıcı bir katkıda bulunmak olası hale geliyor. Kültürler ve coğrafyalar arasındaki zamanla görünmez hale gelmiş bağlantıları yeniden oluşturdukça da bugüne dair yeni diye ifade edilen gelişmeleri de temellendirerek anlamak ve kavrayabilmek mümkün olabiliyor. 

Geometrik desenler sanılanın aksine o kadar derin bir konu ki elimi verdim ve kolumu kurtaramıyorum.

Bu iş üzerine çalışırken ilk kez karşılaştığın ve seni çok şaşırtan bir bilgi oldu mu?

Geometrik desenleri konu edindiğim yakın dönem birçok sergi tecrübem daha önceden olmuştu. Bir sanatçı olarak kendimi tekrar eder konumda olmak hiç istemedim. Belki birbirine benzer işler üretmek bir sanatçı için şahsi karakterini sanat dünyasında yer edindirmek açısından bilinçli bir taktik olarak tercih edilebilir.

Ancak ben ürettiğim eserlerle bir süre sonra vedalaşabilen ve bu durumu da aslında olumlu anlamda benimsemiş birisiyim. Neticede benim sanat yapmak denilen mevzu ile olan ilişkim uzun soluklu, doğal ve içten bir süreç. 

"Sonsuza Uzanan Motifler” sergisi için bana çağrıda bulunulduğunda öncelikle bir tereddüte girdiğimi açıkçası ifade etmeliyim. Çok sık dile getirdiğim bir şeyi izninle burada da söyleyeceğim. Geometrik desenler sanılanın aksine o kadar derin bir konu ki elimi verdim ve kolumu kurtaramıyorum. Kendimce bu uğraşımla yavaş yavaş vedalaşma sürecine girdiğimi düşünüyordum. Ancak bu iş özelinde mekânda kapsayıcı bir deneyimi sunuyor olma fikri bende bir anda yeniden heyecana dönüştü diyebilirim. Neticede desenlerin ardından yola çıktığım bu serüven, bana konuyu tarihsel açıdan incelediğimde her fırsatta bu desenlerin mimari hacimlerde, geniş yüzeylerde yer aldığını fısıldıyordu. Bu yüzden tereddütlerimi bir kenara bırakarak bu mekâna özel bir edisyon üzerine kollarımı sıvadım. Sergiye gelenlerin bir yandan eserle kapsayıcı bir deneyim yaşamasını bir yandan da aktif bir etkileşim içinde olmalarını istediğim için özel bir etkileşim arayüzü geliştirdim. Teknik anlamda elbette beni zorlayıcı bir takım detaylarla karşılaştım ama tüm eseri, görsel ve işitsel içerikten etkileşim yazılımına kadar kendim ürettiğim için gereken müdahaleleri istediğim bir biçimde gerçekleştirme şansım oldu. 

Bahsettiğim arayüzde üç seviyede kapsayıcı deneyimi yönetmeniz mümkün. Birinci seviyede listelediğim yirminin üzerinde desenden birini seçip tüm mekanda o desenin yaratacağı görsel içeriği görüntüleyebiliyorsunuz. İkinci seviyede kendi desenlerinizi çizebileceğiniz bir etkileşim arayüzü var. Oluşturduğunuz desenler mekanın her yerine yayılıyorlar ve bir süre sonra da hareket etmeye başlıyorlar. Üçüncü seviyede ise eserle ilgili bir bilgilendirme videosunu izleyebiliyorsunuz. Etkileşim deneyimi eser izleyici ile buluştuğunda asıl neticelerini size göstermeye başlıyor. İlk başta herkesin sadece kendi desenlerini çizdiğini görmeye başladım. Kullanıcıların hazırladığım üç seviyeli deneyimin tamamını doyasıya yaşamasını bekliyorken sadece bir tanesine yoğunlaşması beni ilk başta şaşırttı diyebilirim. Ama bu bir yandan da çok doğal aslında. Eser etkileşimli olunca o esere dair otonomiyi siz zaten kullanıcı ile paylaşıyorsunuz. Zamanla izleyiciler ve eser arasındaki etkileşimleri farklı farklı biçimlerde gözlemleme şansım oldu. Her tür demografik yapıdan ve değişik yaştan türlü türlü bireyin esere ilgi gösteriyor olmasından son derece mutluyum. Ayrıca belirtmem gerekir ki eserle geçirilen ortalama deneyim süresi de oldukça yüksek, kimsenin şöyle bir bakıp çıktığına rastlamadım diyebilirim. 

“Sonsuza Uzanan Motifler” içinde Selçuk Artut

Biraz daha genel bağlamdaki meselelere geçelim... Hızla meydana gelen teknolojik değişimler peşinden pek çok spekülasyonu da sürüklüyor. bugünlerde chat gpt- 4.0 ve yapay zekayla ilgili gelişmelerle birlikte heyecan, ilham, korku, paranoya karışımı makaleler yayınlanıp duruyor. Sen bu spekülasyonların ne tarafındasın?

Bahsettiğin ruh halleri gelecekle ilgili bilinmezliklere karşı olan kaygılardan besleniyor. Bu kaygılar 19. yüzyılda elle dokuma tezgahlarının yerini otomatik makinalar aldığında da vardı. Ve o dönemdeki teknolojik gelişmeler konuya müdahil olan bir kesimin de tepkisi ile karşılandı. Örneğin İngiltere’de bir çok dokuma otomatonları yağmalandı ve yok edilmeye çalışıldı. 20. yüzyıla gelindiğinde ise bilim ve teknolojideki gelişmeler o kadar hızlandı ki yerinde ve zamanında tepki verecek, hatta üzerine etik değerlerle tartışarak düşünecek vakit dahi kalmaz hale geldi. Şimdi bu gelişmelerin normal bir insanın takip edebileceği kapasitelerin çok üstünde devam ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Elbette pozitif bilim, örneğin mesele sağlık olunca halen inancımızın güçlü olduğu bir düşünce anlayışı. Atomun yapısı üzerine o kadar çok şey öğrendik ki bugün nükleer silahların gölgesinde yaşar hale geldik ama bir yandan da nükleer tıp birçok hastalığa çare olmaya devam ediyor. Her olguyu duruma özel konuşmamız gerekiyor. 

Yapay zekanın hakimiyetine teslim edilmiş bir uygarlığın geleceğine dair ne kadar söz sahibi olacağımız konusu en büyük çıkmazlardan birisi. Ama yapay zekayı kullanarak -aslında buna bilişim gücümüzün geldiği son noktalardan biri gözüyle bakmakta fayda var- geleceğe dair çözüm üretemediğimiz bir çok konuyu aydınlatmamız da mümkün hale gelebilir. Dünyada ciddi bir enerji krizi var, bunun temel sebeplerinden birisi ise gelinen nüfus artışı ve buna bağlı olarak kullanılan kaynakların yetersiz kalıyor oluşu. Yapay zeka günümüzde enerji tutumluluğu konusunda önemli bir yol gösterici olabilir. Chatgpt gibi diyalog kurabildiğimiz sistemler psikolojik sorunlara dair tespitlerin anlaşılmasında bizlere rehberlik sağlayabilir. Bunun gibi birçok olumlu örnekten bahsetmemiz mümkün. Ama yapay zeka ile yönetilen bir silah gücü hepimizi ister istemez ürpertiyor. Bizi biz yapan insani değerlerimizi bir kenara atmadan ileride var olacak tüm teknolojik gelişmeleri dikkatle ele almamız gerekiyor. Sadece kapital ve materyal gözüyle değil aynı zamanda etik ve ontolojik olarak da değerlendirmelerin yapılması bence bir zorunluluk haline gelmeli.  

Bu ortamda yaratıcı üretimin derinliği ve işin ekonomisi konusunda ne düşünüyorsun? Örneğin geçtiğimiz senelerde NFT konuşmadığımız bir hafta yokken şimdi hiç gündemde görünmüyor... Bu balonlar nasıl ortaya çıkıyor, nasıl sönüyor?

Derinleşme neredeyse olanaksız hale geldi. Her şey daha benimsenmeden değişime maruz kalıyor. Bazen de taşlar ancak yerine oturuyor. NFT dünyası için en azından böyle düşünüyorum. Şahsi kanaatim, NFT’nin kripto dünyasını geniş kitlelere yaymak için popüler sanatı kullandığı yönünde. Ancak bu geçiş süreçlerinde ciddi kayıplar yaşanıyor. Bahsettiğim kayıplar bireysel kazanımlar üzerinden değil, dünyadaki enerji krizi ile ilgili. Henüz etherium 2.0 yokken, ciddi bir enerji tüketimine sebep olmasına rağmen bir çok sanatçı etherium’u destekleyen platformlarda işler ürettiler. Bunun çok büyük bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Başından beri kazanımları son derece düşük olmasına karşın hep temiz NFT tarafında kalmayı tercih ettim. Ama NFT’nin balona dönüştüğü süreçte dünyadaki enerji tüketimine oldukça olumsuz yansıyacak kitlesel bir süreç yaşandı. Sanırım çağımızın en büyük hastalıklarından birisi “olan biteni kaçırma korkusu” olarak bilinen FOMO (İng. Fear of Missing Out). Bu yüzden her gelişme bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Neticesinde de bu balonlardan türlü türlü ortaya çıkıveriyor. Google Glass örneğin oldukça etkileyici bir tanıtım videosu ile karşımıza çıkmıştı. Ben ilk versiyonunu bir konferansta denedim, 14 dakika dayanıyordu şarjı. “Hayaller Paris” seviyesinde bir sürü iddia sunuluyor. Metaverse için de benzer bir durum yaratıldı. Görsel ve işitsel simülasyonlarla bizlere sunulan birçok fikir vesilesiyle ya yatırımcıların ya da geniş kitlelerin ilgisi çekilmeye çalışılıyor. Olan bu fikirler arkasında kurulan ütopyalara oluyor. NFT, merkeziyetsiz bir yapıda sanatçıyı üzerinde baskı oluşturan güç öğelerinden bağımsız hale getiren bir dünyayı bize vaat ederken bugün büyük ölçüde al-sat ekonomisinin spekülatif bir ekosistemi olarak var olmaya devam ediyor. Benim asıl anlamadığım sanatçı olmak gibi erdemli bir karakteri üzerinde taşıyan kimselerin bir çok noktada derin hassasiyet göstermesi gerekirken bu sistemlere kendilerini koşulsuz teslim ediyor oluşları.

Teknolojinin bugün ortaya çıkardığı problemleri yine teknolojideki yeni gelişmelerle çözmek gerekecek.

Peki sence teknoloji-insan birlikteliği sorunlu mu, potansiyeli olan yeni bir açılım mı?

Teknoloji-insan birlikteliği günümüzde gelinen materyalist yaşam biçiminin kaçınılmaz bir neticesi. 2014’te yazdığım “Teknoloji İnsan Birlikteliği” isimli kitabımda teknolojiyi materyalitenin ruhu olarak tanımlıyorum. İnsan kendini aşabilmek ve doğaya hükmedebilmek için teknolojiyi her an kullanmaya devam ediyor. Ancak bu birlikteliğin korkunç yıkımlarla sonuçlanan olumsuz gelişmelerini tarih boyunca farklı ölçülerde gözlemleme imkanımız da oldu. Tüm bu olumsuz yanlara karşın bugün geriye dönüp yeniden ideal bir insan uygarlığı kurabilmemiz, gerçekleşmesi zor bir ütopya olarak karşımızda duruyor. 

Ben yine de gelecek konusunda umutsuz değilim. Örneğin, fosil yakıtlarını kullanarak işleyen makinalar artık hadlerini doldurmak üzere. Bunun için bir geçiş süreci yaşanıyor. Elektrikli araçlar bir anda geniş kitleler tarafından popülerlik kazanmış olsa da bu araçların çevreyi korumaya yönelik geçerli bir fayda sağlamadığı gerçeği de ayyuka çıktı. Artık daha verimli çalışan hibrit otomobiller veya hidrojen gibi alternatif enerji kaynaklarını kullanan modeller üzerine çalışmalara hız verilmiş durumda. Bu örnekten yola çıkarak şunu anlamak mümkün; teknolojinin bugün ortaya çıkardığı problemleri yine teknolojideki yeni gelişmelerle çözmek gerekecek. İleride dünya ile barış ve uyum içinde olacağımız bir geleceği teknolojiden bağımsız düşünebilmenin artık mümkün olabileceğini düşünmüyorum.  

Selçuk Artut'un basılı çalışmalarından

Selçuk Artut'un basılı çalışmalarından

Dijital sanat, teknolojik sanat, yeni medya, yapay zeka gibi kavramların olmadığı bir gelecek konuşması yapmak artık çok mümkün değil. Tabii bu tanımların bir kısmı da kendi içinde sorunlu. Bize içinde bu kavramların geçtiği yanlış giden bir tartışma ve devamlılığı olması gereken doğru bir hamle söyler misin?

Geçenlerde Prof. Dr.Türker Kılıç’ın bir konuşmasını izledim. Tanımayanlar için belirteyim, kendisi dünya çapında önemli bir beyin cerrahı. Nöronlardan ve beyinden öğrenecek çok fazla hayat dersimiz olduğundan bahsediyor. Bence bu son derece çarpıcı bir tespit. Kılıç’a göre nöronlar arasında hiyerarşik bir düzen yok ve yalnızca bir arada olduklarında işlevsellik kazanıyorlar. Tıpkı karınca kolonilerinde olduğu gibi. Tek bir karıncanın başaramayacağını yüzlercesi bir arada başarabiliyorlar. Veya gökyüzünde bir oraya bir buraya salınan kuş sürülerini düşünün.

Müthiş bir uyum içindeler ve bu ahengin sırrını anlamak oldukça zor. Biz insanlar uygarlık tarihi boyunca belli bir güruh ya da ülke olmak uğruna mutlak egemenliğimiz için mücadele ettik. Bu mücadele ise kapitalizm sonrası freni kopmuş bir hızla bireyselleşmeyi doğurdu. Artık empati yeteneğini büyük ölçüde yitirmiş, hassasiyetlerini kaybetmiş bir toplum içinde yaşıyoruz. Bu durum tüm dünya için geçerli. 

Rekabet halindeki teknolojik gelişmelere dair olan durduramadığımız merakımız bizi bu yeni dünya düzeninde uygar olmaktan gittikçe uzaklaşan bir takım rakip toplumlar ve bireyler haline getiriyor. Teknolojiyi bireysel kazanımlarımızı öne alacak bir yerden çıkarıp toplumun faydasına hizmet edecek bir yere almamız gerekiyor. Yanı sıra belirtmem gerekir ki bir şeyi artık kontrol etmekte zorlandığımız bir dar boğaza girmiş durumdayız, o da hız meselesi. Bu hıza nasıl ayak uyduracağız? Biz sanatçılar dahi sık sık karşımıza çıkan sergi davetlerine yetişmekte ve sürekli yeni iş üretmekte zorlanıyoruz. Bu aşırı sosyalleşmenin pandemi sonrası bir değişim olduğunun farkındayız elbette. Ama biraz sakinleşmemiz ve hız meselesini bu kadar polar bir seviyede yaşamamamız lazım. Kendimizi bitirircesine çalışıp sonra kaçıp doğada sessizliğin derinliklerinde bir yerde uyanmak kanımca çok sağlıklı değil. Sağlıklı bir dengeyi bulmamız gerekiyor diye düşünüyorum. 

Söz konusu uç noktalardaki seyir hali kavramlarla ilgili yargılarımız için de geçerli hale geldi. Oysa artık siyah veya beyaz diyebileceğimiz bir dünya yok, grileri konuşabilmemiz gerekiyor. Kendinden emin gözüken bir tavır ama arkası boş bir içerikle ortaya konulan fikirlerin uçuculuğu zihinsel kirlilik yaratmaktan başka bir şeye fayda sağlamıyor. Düşünce üretimimizi de yavaşlatıp bir dengeye oturtmamız lazım. Yazılı metinler bu hızı frenlemenin ve düşünceleri rafine etmenin en önemli zeminleri. Söz uçuyor ve metin kalıyor halen geçerliliğini korur nitelikte. Ben bahsettiğin kavramlara dair üretilmiş yazılı metinlere ve içeriklere daha çok itibar gösteriyorum.  

Teknolojik yitim ve yok oluş kaçınılmaz bir gerçek. Ancak bunu birçok kişi yeterince ciddiye almıyor.

İşin içine dijitalleşme girdiğinde ortaya çıkan yaratıcı üretim, eserin arşivlenmesi ve saklanması da önemli bir mesele. Senin bu konuda yazdığın bir kitap da var. Bu coğrafyada arşivleme, koruma zaten sıkıntılı bir konu. İşin içine dijitalleşme girdiğinde daha çetrefil bir hale geliyor. Üretilen dijital işler geleceğe nasıl kalacak veya kalmalı mı?

Evet, benim editörü olduğum “Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması” üzerine yayınlanmış bir kitap var. Öncelikle bir sanatçı olarak kişisel kaygılarımla yaptığım bir konuşma sonrası oluşan bir sinerjinin çıktısı denebilir. Teknolojik yitim ve yok oluş kaçınılmaz bir gerçek. Ancak bunu birçok kişi yeterince ciddiye almıyor. Oysa kaybolan veriler, sadece 0’lar ve 1’lerden oluşmuyor. Kimi zaman bir kişinin hatıralarını barındıran fotoğraflar kayboluyor, belgeler yok oluyor. Benim bu meselede ölçek olarak ilgilendiğim kısım ise teknolojiye dayalı kültürel varlıkların kaybolma ihtimalleri. Geleceğe nasıl korunacaklar sorusu ile beraber senin de ifade ettiğin gibi kalmalı mı sorusu da oluşuveriyor. Bu noktada hangi üretimlerin korumaya dair kıymet içerdiğini tespit etmek gerekiyor. 

Söz konusu tespiti günümüzde müzeler ve koleksiyonerler büyük ölçüde üstlenmiş durumdalar. Koleksiyonlarına kattıkları eserleri geleceğe taşıyacaklarına dair toplumsal bir anlaşmaya antant kalıyorlar. Ne yazık ki kişisel gözlemim müzelerin ve koleksiyonerlerin teknolojik eserlerin nasıl korunacağı konusunda tam bir bilinç sahibi olmadığı yönünde. Bu konu disiplinlerarası oldukça kapsamlı bir çalışmayı gerektiriyor. Hem sanat hem de teknoloji konusuna hakim konservasyon uzmanlarına ihtiyaç bulunuyor. Günümüzde bunu başarılı bir biçimde yapan ZKM, Tate Modern, Rhizome gibi az sayıda ekipler bulunuyor. Ben de benzer nitelikte bir yapıyı oluşturma gayretindeyim, en azından farkındalığı yaratmaya çalışıyorum. Kurumların dışında bu farkındalığın sanatçılar tarafından da oluşturulması gerekiyor. Sanatçılar dijital eserleri üretirken bu eserlerin uçuculuğu konusunda bireysel önlemler almalı ve mümkün olduğu kadar tüm eser üretim süreçlerini belgelemeliler. Daha sonrasında en acımasız eleştirel filtre olan zaman bize hangi eserlerin kalıcı olduğunu zaten gösteriyor olacaktır.

Son olarak, masanda heyecan verici, yeni neler var?

Bir süredir geometrik desenler üzerine gerçekleştirdiğim çalışmaların yoğunluğu içindeydim. Bu süreç bir süre daha devam edeceğe benziyor.  2023 yılında New York’ta yayınlanan “Geometrik Patterns with Creative Coding” isimli kitabıma dünya çapında oldukça iyi bir ilgi oluştu. Ben de elimden geldiğince gerçekleştireceğim seyahatlerimle insanlarla buluşmaya ve konuyu derinlemesine tartışmaya devam etmek istiyorum. Desen çalışmalarımda Helenistik döneme dair bir takım yeni işler üretme arefesindeyim diyebilirim. 

Uğraş verdiğim bir çok proje var aslında. “Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması” kapsamında bir süre benden bağımsız sebeplerle hız kesmek zorunda kaldığım Teoman Madra arşivine geri dönüyorum. Yakında Amerika menşeili prestijli bir akademik kitapta Madra’nın 1989’da AKM’de sergilediği çok kanallı bir video yerleştirmesi üzerine yazdığım bir bölüm yazısı yayınlanacak. 

Bir yandan da canlı kodlama yöntemleri ile müzik ürettiğimiz ses ve görüntü performansı ikilisi RAW için de yeni çalışmalar ortaya koymak niyetindeyim. Elbette daha bir çok şey hedefliyorum, onları da zamanla duyurmayı planlıyorum.

* Selçuk Artut'un "Technological Arts Preservation" çalışmasını okumak isterseniz buradan erişebilirsiniz.