Hayatlarımızı özgün birer hikâye gibi görmeye meyilliyiz ve üzerimize işlenen kalıpların ağırlığını çoğu zaman fark etmiyoruz. Bu kalıplar, özgün bireyler olduğumuza dair inancımızı sarsarken bizi sorgulamaya itiyor: Gerçekten kalıpların dışında, özgün bireyler olarak var olabiliyor muyuz?
1960’lar ve 70’ler, özgürlük arayışlarının doruğa ulaştığı yıllardı. Hippi hareketleri, rock müzik ve siyasi direnişler bireyin özgürlüğünü kutsuyordu. Ancak zamanla bu “özgürlük idealleri” bile birer kalıba dönüştü. Toplumsal hareketlerin içinde bir "prototip" olmaktan kaçış mümkün değildi.
80’ler, tüketim kültürünün yükselişine tanıklık etti. MTV ve reklamlar bireylerin hayatlarını yeniden şekillendirirken tüketim bir özgürlük sembolü hâline geldi. Fakat bu özgürlük, gerçekten bireyin kendi seçimi miydi?
2000’lerden sonra doğanlar için işler daha da karmaşık bir hâl aldı. İnternet ve sosyal medya, bireylerin hayatlarını daha önce hiç olmadığı kadar kuşattı. Önceki kuşaklar belli başlı medya kaynaklarından etkilenirken günümüzde sayısız platform bireyleri farklı prototiplere yönlendirmekte. Instagram, TikTok ve YouTube gibi platformlar, özgünlük vaadiyle yola çıksalar da bireyleri belirli yaşam tarzlarına ve davranış biçimlerine sıkı sıkıya bağlıyor. Algoritmalar tarafından şekillendirilen bu dünyada özgün kalmak ne kadar mümkün?
Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine adlı eserinde, bireyin özgürlüğünü kazanabilmesi için topluma itaatsizlik etmesi gerektiğini vurgular. Fromm’a göre, itaat eden bireyler yaratıcı potansiyellerini kaybeder. Günümüz dijital çağında bireyin özgünlüğünü keşfetmesi, dayatılan dijital prototiplere itaatsizlikle mümkün olabilir mi? Belki de çağımızın en büyük erdemi, bu itaatsizliği gösterebilmek.
Peki itaatsizlik tek başına yeterli midir? Sosyal medya platformları bireyleri görünmez sınırlarla çevrelerken kendine ait bir kimlik oluşturmak giderek zorlaşıyor. Herman Hesse’nin Demian’ında Emil Sinclair, toplumsal normlara karşı mücadele vererek kimliğini bulur. Bugün sosyal medya prototiplerine uymayan bireyler de benzer bir şekilde kendilerini dışlanmış hissediyor olabilir mi?
İnternet, bireyleri özgünleştirmek yerine onları ehlileştirip kontrol edilebilir hale mi getiriyor? Her tıklama, her beğeni birey hakkında daha fazla veri toplanmasına ve yönlendirilmesine neden oluyor. Birey, kendi hayatını yaşadığını zannederken aslında sürekli izlenip şekillendiriliyor olabilir.
Fromm’un itaatsizliği ve Hesse’nin bireysel özgürlük arayışı, günümüz dijital dünyasının baskılarıyla çarpıcı bir paralellik taşıyor. Belki de çıkış yolu, bu baskılara karşı durma cesaretinden geçiyor. Ancak bu cesaret, bireyi özgünleştirirken aynı zamanda yalnızlaştırabilir mi?
Sonunda şu soru zihnimizi meşgul ediyor: Dijital dünyanın içinde kaybolmadan özgün bir kimlik oluşturmak mümkün mü, yoksa bu dünyada bizi bekleyen sadece ehlileşmek mi?