Teoman’ın 2024 versiyonu, ister kabul edin ister etmeyin; tam olarak çağa uygun bir starlık örneği sunuyor: “Miim”lerde, WhatsApp stickerlarında, radyolarda, Instagram’da hep Teoman var.
Ben, Zargana, Deus Ex Machina
Bir süre önce müziği bıraktığını söyleyen, sinemayı deneyen, baba olan, sonra kendine daha iyi bakmaya karar veren ve şimdi, 10 sene öncesinden bile daha genç görüntüsü, yeni albümü Ben, Zargana, Deus Ex Machina ve ikinci kitabı Sayın Bay Rock Yıldızı ile hem farklı hem de aynı Teoman var karşımızda. Şarkıları biraz daha öfkeli. Daha sert. Daha vurucu. “Papatya” gibi bir yaz günü aşkı yok yeni şarkılarda. Yaşanmışlık, yıpranmışlık, öğrenmişlik, hesaplaşma var. Belki şarkılarıyla birlikte büyüdüğümüz (yaşlandığımız?) için bu albüm bir başka anlamlı, onu ilk günden beri dinleyenler için.
Paramparça
İyi bir müzisyen olmasının yanı sıra oldukça başarılı bir manipülatör (Tıpkı Timur gibi) olduğu için, konserlerinde artık Z kuşağı ile yan yana olma riskimiz var tabii. Çünkü onlar, bizim çoktan yaşayıp albümlere kaldırdığımız duyguları şu an yaşıyorlar. (Umarım yaşıyorlardır) Kabul edin ki 20’li yaşlarda “Paramparçaaa” diye bağırmakla 40’lı yaşlarda bağırmak arasında çok fark var. 30’ların kendisi, her şeyin yolunda olduğunu sandığınız bir para-m-parçalıkta olduğundan oraya değinmiyorum bile.
Yazın nihayet sert şekilde geldiği bir İstanbul gününde, Harbiye Seyir Terası’na yaklaşan siyah Audi arabasından indiğinde karşımda daha önce görmediğim olgunlukta ve sakinlikte bir Teoman vardı. Bir de muazzam derecede şık olması gözlerimi kamaştırdı. Oysa bir gece önce Ankara’da konser vermiş, konser sonrası hiç uyumadan İstanbul’a gelmiş, çekim başlamadan yakındaki bir otelin SPA’sında dinlenmişti. Her şey bir film sahnesi gibiydi. Arabadan inişi, sigarasını yakışı, kameranın karşısında ne yaptığını çok iyi bilen duruşu, sert öğlen güneşinden hiç şikayet etmeden her kareye uyum sağlayışı, kaçınılmaz şekilde hayranları ile poz verişi ve çekim bittiği anda arabasına binip uzaklaşması...
Tüm bu anlara ek, sorularıma verdiği ters köşe, şaşırtıcı içten cevaplar da eklenince hiç şüphem kalmadı: Birisine “Sayın Bay Rock Yıldızı” diyeceksek o kişi ancak Teoman olabilir.
Rockstarlık anlamını çoktan yitirdi
Yazması zor olsa gerek bu romanı… Kaç kez vazgeçtin yazmaktan?
İki kez vazgeçtim. Önce otobiyografik başladım ve senaryo olarak yazdım. İlk fikrim film olarak çekmekti bunu. Deneme çekiminde pestilim çıktı. “Ben film filan çekemem” dedim. Oradan romana döndüm. Bir baktım ki, Teoman kimliği üzerinden yazarsam, hiç bir uç noktaya değinemiyorum. Çok makul ve sıkıcı oluyor. O zaman kendimden uzaklaştım ve Timur’u yarattım. Kurgunun avantajıyla bir sürü şey uydurdum ve Timur’u kendimden bayağı uzaklaştırdım. Yaratıcılığımı tetikledi bu. Ben romancı veya gerçek bir yazar olmadığım için, vakit kaybettim. Uydurmak bu işin asıl zevkli tarafıymış.
“Okur, eğer kadınları aşağılayan bir adamın yazdığı şeyleri okuduğunu düşünürse, delirir. Bakış açılarının yanlışlığını gösterir bu. Timur bir roman kahramanı. Ve kendini, kadınlardan, diğer insanlardan çok daha fazla aşağılayan biri.”
Uydurmak diyorsun ama isimlerin yüzde 90’ı gerçek. Delirmeyecek mi kadınlar?
Sanmam. Timur’un eski eşini, beraber olduğu kadınları vesaire hayali insanlar olarak yarattım. Olayları uydurdum ve meğer işin zevkli kısmı buymuş, anladım. Ve çok zevk aldım yazarken. Delirmeyecek mi kadınlar, diye soruyorsun. Okur, eğer kadınları aşağılayan bir adamın yazdığı şeyleri okuduğunu düşünürse, delirir. Bakış açılarının yanlışlığını gösterir bu. Timur bir roman kahramanı. Ve kendini, kadınlardan, diğer insanlardan çok daha fazla aşağılayan biri. Kendini sahte, kişiliksiz ve duyarsız buluyor. Ben bunların hiç birini kendime yapmam düşüncelerimde. Ayrıca Timur, en çok kendinden nefret eden bir mizantrop. Alkolizm yüzünden de, kafası iyice gitmiş. Öyle biri, öyle düşünür, öyle davranır. Düşünceleri de, yaptıkları da karmakarışık.
Mick Jagger’ın sokakta “Moves Like Jagger” şarkısına eşlik ederek dans ettiği videonun telefondan telefona dolaştığı bir dünyada artık rockstarlık diye bir mefhum var mı sahiden?
Rock ölmedi, sadece yaşlandı, diye bir yazı vardı geçen yıllarda The Rolling Stones dergisinde. Aynen öyle oldu. Ben rock yıldızlarına hayranken, onlar 20-25 yaşlarındaydı. Şu an dünyaya hükmeden rock yıldızları, neredeyse 70 yaşına merdiven dayamış insanlar. Mick Jagger 80 yaşını geçti. Ben 56 yaşındayım. Bu biraz rock yıldızlığını karikatürize eden bir şey. Rockstarlık, starlığını koruyor ama anlamını çoktan yitirdi. Jim Morrison’ın filan dünyaya verdiği mesajdan çok farklı mesaj veriyor artık rock yıldızları. İnsanları eğlendiren moruklar oldular. Ben dahil. Kültür üzerinde ilerici ve özgürleştirici bir mesaj verecek yaşı geçtik. Mick, Bono ve ben.
Magazincilere verdiğin cevaplar çok konuşuluyor. İnsanlardan gerçekten rahatsız olsan hiç konuşmazdın sanki. Aksine konuşup konuşturmak ve delirtmek istiyorsun gibi geliyor bazen. Ya da aslında sen sadece o an nasıl eserse konuşuyorsun ve biz fazla mı anlam yüklüyoruz?
İnsanları aşağılamak üzerine değil cevaplarım. Bağlam gereği öyle oluyor. Magazincilerle, kendini bir şey zanneden, afra tafra yapan, toplumu eğitme görevi yüklenmiş kibirli kişi olarak değil, sıcak bir abi olarak konuşmaya çalışıyorum. Dalga geçsem de, kendimle de dalga geçerek eşitliyorum bu şakaları. Ben kültürleri aşağılamam ve başkalarının kendinden olmayan kültürleri, beğenileri, yoz diye nitelemeleri bana kibirli ve yanlış gelir. Sıcak olmaya çalışan biri olarak, doğal cevaplar veriyorum sadece. Eğlendirme amacındayım. Magazincilerle konuşurken kimseye ders filan da vermek istemiyorum genelde. Aklıma ne eserse onu söylüyorum. Ama “Bir albüm hazırlığındayım, şarkı yazıyorum” filan demek yerine, “Boş boş dolaşıyorum” deyip, insanları güldürmeyi hedefliyorum. Boş boş dolaşmak, bir albüm yapmaktan daha değersiz bir şey değil ayrıca. Bir ihtiyaç. Ya da “Evlenmeyi düşünüyor musunuz” dediklerinde, “Evet, 80 yaşında evleneceğim, 70 yaşında söz kesmeyi düşünüyorum” filan, diyorum.
Sayın Bay Rock Yıldızı’nı yazmak tamamen çırılçıplak kalmak gibi geldi bana… Ya da eski derinden tamamen sıyrılmak için bir çırpınış… Geriye kalan Teoman huzuru bulmaya başladı mı? Aynı zamanda “Kavgam hiç bitmeyecek beni de bitirecek” diyorsun ama sanki kavgandan besleniyorsun gibi görünüyor…
Huzuru bulmak diye bir şey yok. Her gün için bir çaba istiyor. Kendimle çok didişirim, doğru. Bir sürü konuda. Ama bir süre önce, kendimle daha iyi geçinmeye karar verdim. O da dünyayla ilişkime yansıdı. Olgunlaşamadan yaşlandım, “Bari biraz rasyonel davranayım artık hayatımda ilk kez” dedim kendime. Bir de “kendinle kavgayı” nasıl tarif ettiğine de bağlı bir şey bu. Kavga sözcüğü çok dramatik kaçıyor çoğu zaman. Belki de kavgayı, çaba diye tarif etmek daha doğru. Zaten benim hayatta yaptığım ve yapmayı planladığım önemli bir şey yok. Hiç olmamış. Kavga belki de biraz abartılı oluyor hayatı tarifte, ama şarkıda daha güzel duruyor, çaba sözcüğünden. “Havalı” diyelim.
Hem insanlardan hem de kendinden bu denli rahatsız oluyorken neden bu dünyaya bir çocuk getirdin? “Üstün ırkın devamı” şeklinde bir proje mi bu?
Kendimi üstün ırktan görmüyorum ki ben, kızımı öyle yetiştirmeye çalışayım... Eşit hissediyorum kendimi herkesle. İnsanlık tarihinde, herkes niye çocuk istiyorsa, ben de o yüzden istedim çocuğumu. Güdüsel nedenlerle. İçimdeki arzuyla. Kızımı da sürekli, hiç kimseden üstün olmadığımız şiarıyla yetiştiriyorum zaten. Ona, ünlü olmanın beni diğer insanlardan daha değerli ve önemli yapmadığını defalarca dile getirdim küçüklüğünde. Kendini ünlü olmak, başarılı olmak için zorlamaması gerektiğini, önemli olanın iyi ve mutlu bir insan olmak olduğunu, hem annesi, hem de ben sürekli söyledik. Onu, kendim gibi yetiştirmeyeceğim. Ben ünlü, herkesten farklı ve başarılı olmayı çok istedim küçükken. Değersizlik hisleriyle alakalı olmalı bu istek. Bir tür aşağılık kompleksi.
Kadınlar sadece can sıkıntını geçirmek, oyalanmak, başka şeyler düşünmemek için bir araç mı?
İlişki denilen şey karşılıklıdır. Ama can sıkıntısını geçirmek, oyalanmak, başka şeyler düşünmemeye çalışmak utanılacak amaçlar değil.
Kız babası olduktan sonra kadınlara karşı hissiyatın hiç değişmemiş gibi görünüyor. Öyle mi sahiden?
Ben kadın ve erkeğin birbirlerinden çok farklı olduğunu düşünmem. Kızları ve erkekleri farklı yetiştirmek gerektiğini de düşünmüyorum. Kadınlara karşı fikirlerim pek değişmedi. Yaşlandım diye duygularım değişti onlara karşı sadece. Ben 19 yaşından beri kendi çapımda rockstarım. Kadınların ilgisini çeken bir pozisyonum oldu hep. Onları kandırmadım, üç kağıda getirmedim, karşılıklı ilişki kurduk sadece. Sevgilileri aldatma meselesi hariç. Orada herkes çok üçkağıt yapıyor zaten, sadece ben değil. Erkekler de, kadınlar da. Hormonlar yaptırıyor onları. Moruklar daha sadık.
“İnsanların karakterleri cinsiyetten bağımsızdır”
Kızın, babasının rockstar olduğunu anlamaya başladı mı? Etkileniyor mu?
Çoktan anladı. Ama önemsemiyor. Hoşuma gidiyor bu.
Hayatındaki anlam arayışına cevap olabildi mi çocuk sahibi olmak?
Faydası olduğu kesin. Kendinden çok daha fazla önemsediğin biri olması, hayatı rahatlatıyor, yaşamak için bir neden veriyor.
Kızını bir feminist gibi mi yetiştiriyorsun? Senin bir feminist olduğunu söylememiz imkansız gerçi…
Ben feminist değilim. Kendimi hiç bir “izm”e de yakın hissetmiyorum. Kadınlar ve erkeklerin eşitliğine inanırım ama. Yanlış anlaşılmak istemem ama feminizmin, ya da woke/cancel kültürünün geldiği yer, sarkacı çok yanlış bir yere çekti. Yeni haksızlık, mantıksızlık alanlarına kaymış oldular. Üzüm yemek istemeyen, bağcıyı dövmek isteyen bir yere. Kızımı akıllı ve mantıklı biri olarak yetiştiriyorum. Geçmişteki ve günümüzdeki bir sürü insandan farklı olarak. O ileride, kendi yolunu bulacaktır. “Erkekler şöyle olmalı, kadınlar böyle olmalı” da demiyorum ona. İnsanların karakterleri cinsiyetten bağımsızdır. Unisex bir ahlak ve dünya anlayışıyla yetiştirmeye çalışıyoruz onu.
Aşka hâlâ inancın var mı ya da hiç oldu mu?
Aşka inanç diye bir şey yok. Aşık olabildiğin yıllarda, aşkın varlığını hissediyor insan. Yaşlanınca, aşkın romantizmi komik gelmeye başladığında da, hissetmiyorsun. Bu, sadece aşka yönelik değil. Hayat, aşk, sanat, meslek filan hep beraber önemini yitirmiş oluyor.
Kariyerinin kitapta yazdığın gibi saçma sapan olduğunu mu düşünüyorsun?
Her kariyer için aynı şeyi düşünüyorum ben. Kariyer saçma sapan bir şey. Ne işe yaradığın önemli. Ölçek de önemli değil. Çok önemli insanlar olmak zorunda değiliz. Önemli insan ne demek, onu bile pek bilmiyorum ben artık.
“Öyle zamanlarım oldu. Para için çalıştığım, gelecekten maddi nedenlerle korktuğum zamanlar. Berbat bir zaman dilimiydi.”
Hiç kendi moda markanı yaratmayı düşündün mü?
Hayır. Ama zevkli olurdu. Severim giyinmeyi, kuşanmayı.
Bu gayet belli oluyor, bayılıyoruz tarzına ve giyimindeki kalite seçimine... Peki konuşulacağını çok iyi bildiğin sözler, cümleler… Yalnız kalmamak için mi bunlar?
Hayır. Eğlenmek için. Biraz da kendimi ifade etmek için. Genelde de insanlar iyi hissetsinler diye.
Çok sinirlendiğinde, hatta hiç istemediğinde bile sahnede olman sadece para için mi?
Öyle zamanlarım oldu. Para için çalıştığım, gelecekten maddi nedenlerle korktuğum zamanlar. Berbat bir zaman dilimiydi. Şu an o hisleri hissetmiyorum. Memnunum işimden artık. Kendime ve etrafıma fayda sağlamak hoşuma gidiyor. İşime tutkuyla bağlı değilim artık. Daha doğrusu hayatta hiç bir şeye tutkuyla bağlı değilim. Akılla ve mantıkla bağlıyım.
Yaş almak yeni korkular, alışkanlıklar kattı mı hayatına?
Yaşlanma korkusunun en iyi ilacı, yaşlanmak. Yaşlandığımı kabullendiğimden beri rahatım. Yaşlanıyorum diye ödüm patlıyordu, 40-50 yaşlarım arasında.
Keşke yaşlanmak senin gibi olsa hep… Yeni konserlerin için sürpriz şarkılar var mı?
150 civarında olmuş şarkılarımın adedi. Sıkılmamak için, sürekli bir şeyler yapıyorum. Düzenleme değişikliğine gitmek gibi, farklı stillere getirmek gibi şarkıları. Eski şarkılardan bir şeyler ekliyorum repertuarıma.
Ben, Zargana, Deus Ex Machina ve Sayın Bay Rock Yıldızı birbirini tamamlıyor. (Öfkeli ama yorgun bir elveda var gibi. Düello’yu dinleyince bu fikrim pekişti. Ne kadar zamandır hazırlanıyorsun buna?
Şöyle diyorum ben ikisine. Albümüm Ingmar Bergman dramatikliğinde bir albüm. Romanım ise Woody Allen filmi komedisi ve absürtlüğünde. Biri dram, diğeri de komedi, desem daha kısa olacak belki de. Aynı temalar, farklı hisler, farklı sonuçlar. Ben çelişkileri olan biriyimdir zaten. Üretimlerim de çelişkili oluyor o yüzden. Çakal gibi bir rapçiyle gürültü çıkarmak adına fırlamalık yapıp, “Ben, Zargana, Deus Ex Machina”da ciddi sanatçı ayaklarına yatıyorum. İkisinden de zevk alıyorum. Farklı roller oynayan bir aktör gibi yani.
Tam olarak bu şekilde hissettiriyor iki iş de. Peki Z kuşağına ulaşmak, onlara da Teoman’ı tanıtmak gibi bir amacın var mı?
Eskiden yoktu. Artık var. Daha doğrusu, Z kuşağı beni bir şekilde zaten çok sevdi. Konserlerim o yaş grubuyla dolup taşmaya başladı, eski hayranlarıma ek olarak. Kendimi onlara tanıtmama gerek kalmadı, onlar zaten istedikleri kadarını almışlar, alıyorlar benden. Sosyal medya da çok işime yaradı bu konuda. Ben bu ölçüde olacağını fark etmemiştim, sonradan gördüm etkiyi. O yaş grubu, sadece üretimle değil, hayran olacakları, sevecekleri kişinin karakteriyle de ilgileniyorlar. Z kuşağı, onların değerlerini aşağılayan, onlara afra tafra yapanlara kendini yakın hissetmiyor. Geçenlerde bir kız arabadan bağırdı; “Teoman, bayılıyorum sana, o kadar lakaytsın ki!” pek sanatsal bir iltifat değil ama çok hoşuma gitti! (Gülüyor keyifle)
İnsanların hayatlarının fon müziği olduğunu bilmek ne hissettiriyor sana?
Ne güzel. Çok hoşuma gidiyor eski şarkılarımın bugünlere kaldığını bilmek. Hatta abartılı görüntüler beni gülümsetiyor. 6 yaşındaki bir çocuk, resmimi yapmış, bana hediye ediyor. Çok duygulanıyorum. 75 yaşındaki bir kadın da, başında “Teoman” bandanasıyla fotoğrafını gösteriyor bana telefonundan. O da komik geliyor. Eskiden olsa “Hiç cool değil” derdim. Bir de cool’un eski tanımı bana hiç cool gelmiyor artık. Mick Jagger’ın yaptığı zibidilikler cool geliyor bana.
Bundan sonrası için nasıl hayallerin var?
Hayalim yok benim. Çok gerçekçi biri oldum artık. Planlarım var ve çok küçük planlar bunlar. Bu yaz için hedeflerimi koydum. Kitap okuyacağım ve az konser vereceğim. Bol da spor. İstanbul’dan pek ayrılmadan. Tatil koşuşturmasını sevmiyorum. Bir yere uzanıp kitap okurum bu yaz. Bir sürü entel-dantel kitap ayırdım yaz için. Sosyolojik ve ciddi siyasi tahlil kitapları. Okumayı şöyle tarif ediyorum ben kendime; “Benden çok daha zeki ve kültürlü arkadaşlarım sayesinde zekamı ve bilgimi bileyliyorum”. Kışın da “Kafe adam” olurum tekrar. Orada da kitap okurum. Minicik planlar.
Mick, Bono ve Teoman
Kreatif Direktör: Heja Bozyel
Yönetmen: Harun Işık
Fotoğraf Asistanı: Edip Gündoğdu
Drone Operatörü: Yavuz Selim
Gimbal Operatörü: Mithat Özsu
Saç-Makyaj: Sümeyya Tosun
* Bu röportajın gerçekleşmesinde büyük emeği olan Funda Sanlıman ve Özgür Mumcu'ya teşekkür ederiz.