Çırağan Sarayı’nın bizim topraklara özgü şaşaalı lobisindeki beklenmedik kalabalığı aşıp Meryem Uzerli ve Emre Karayel ile buluşacağım kata çıkıyorum. Aklımda Ru’dan sahneler. Reyan (Meryem Uzerli) ve Uzer (Burak Berkay Akgül) iskelede oturmuş ayaklarını suyun üzerinde sallandırıyorlar. Ya da gün ortası bir koyda durup denize atlıyorlar… Reyyan’ın da Uzer’in de gözleri ışıl ışıl. Tam olarak ihtiyaç duyduğum her şey var o sahnelerde: Dinginlik, heyecan, kimseyi umursamamak, deniz, güneş, sessizlik, kendin olmak, sezgisel yaşamak, konuşabilmek ve en önemlisi görmek, görülmek.
Diziyi izleyen her göz bu sahnelerde farklı şeyler görmüştür ama bıraktığı hislerin, çoğu insanda aynı olduğundan eminim. En azından kendi geniş çevremde konuştuğum, diziyi izlemeye teşvik ettiğim herkes (ki yabana atılır bir rakam değil) “orada olmak istedim” dedi. Tabii ki herkes için öne çıkanlar başkaydı. Uzer’e aşık olup ondan başka hiçbir detaya çok takılmayan sıkı bir kitle var mesela. Şarapları, Urla’yı konuşanlar var. Sevişme sahnelerinin Türkiye’deki yapımlar içinde en başarılı çekilmiş sahneler olduğunu söyleyenler de çok -ki haklılar. Emir karakterinin ne kadar gerçek olduğu, kadına uygulanan duygusal şiddet genelde kadınlar tarafından fark edildi. Internette ve genel olarak çoğu ortamda konuşulan ise Meryem Uzerli’nin güzelliği oldu.
Kaçınılmaz bir sohbet konusuydu bu. Çünkü yaş aldıkça güzelleşen, kendine çok iyi bakmış, 2 çocuk annesi Meryem Uzerli, kusursuz bedenini rolünün hakkını vererek sergiliyor her bölümde. Neden sadece onu görüyoruz bir ilişkide sadece kadın bedeni mi var, daha az görmek daha fazla merak yaratmaz mıydı gibi sorular var ortada. Var ama kabul edelim ki; ekrandaki kadının bedeni ve çıplaklığının bu kadar çok konuşulmasının altında içimizde yatan “camdaki komşu teyze” ve “muhafazakâr abi” var. Ama sadece onlar değil mesele. Asıl mesele biz kadınlarda. Kendiyle hiç barışık olmayan bir milletin sağdan soldan sürekli psikolojik baskıya maruz kalmış kadınlarının, kendilerine dair pek az farkındalık sahibi olmaları da başka kadınları konuşma, yargılama sebebimiz. Bunu bir sosyolog, psikolog edası ile rahatlıkla söyleme sebebim, bu konuda en çok kadınlardan eleştiri geldiğini fark etmem. Ki zaten genel olarak -hadi itiraf edelim- sosyal medya hashtaglerinde koyu feministler gibi görünen çoğu kadının, diğer kadınları aşağı çeken yargılamaları olmasa biraz daha yol alırdı bu ülkedeki eşitlik hareketleri.
Meryem Uzerli'yi hapsettiğimiz Hürrem Sultan karakteri içinde kadınları "evlenmemişse hasarlı", boşanmışsa "kusurlu", aldatılmışsa "eksik" gören kadınların, erkeklere kadını ikinci sınıf olarak görme hakkını verdiğini ne zaman anlayacağız?
Memelerin özgürlüğü kadının özgürlüğüdür, memelere özgürlük
Meryem Uzerli’nin memelerinden ve estetik cerrahı ile cilt uzmanının başarısından feminizme nasıl geldik demeyin. Memelerin özgürlüğü kadının özgürlüğüdür. Bunu dilediğiniz kadar düşünün, sonra hak vermezseniz saatlerce tartışmaya açığım. Velhâsıl, aklımda memeler, giydiğim az dekolte bluzu yukarı çekiştirerek giriyorum Boğaz’a bakan saray odasına. Neşesi balkondan kapıya kadar ulaşıyor Meryem Uzerli’nin. Tokalaşıp “Merhaba” dedikten sonra kadıncağızı da şoka sokarak “Memelerinizi açtığınız için teşekkür ederim” diyorum. (Tam olarak bu kelimelerle değil; daha düzgün bir gazeteci ve insan dili ile söylüyorum elbette) Ve devam ediyorum: “Bana kadın bedeninin nimetlerinden utanmamayı, daha doğrusu kendi bedenimi saklamak için uğraşmamayı hatırlattınız.” İçten bir şaşkınlıkla bakıyor yüzüme. “Neden utanacaksın ki?” diyor o Padişahları bile baştan çıkartan aşırı tatlı aksanı ile. Gülümsüyorum. Konuşmaya başlasam iş terapi seansına dönecek ama ben röportaj için oradayım. Tam o anda biri lafa giriyor, “Tamam konu kapanacak” diye seviniyorum. Çünkü belli ki toparlayamayacağım, çıkmaza doğru gidiyoruz ben, memelerimiz ve Meryem Uzerli’nin aksanı. Hayır, röportajda çıplaklık ve seks sahneleri konusunun açılmasını çok istemediğini de biliyorum ama dilimi tutamadım işte. Konuşulmasını istemiyor çünkü o, bunların ne kadar doğal olduğunun bilincinde olan profesyonel bir oyuncu. Muhatapları ise öyle değil. Ben de onun söyleyeceği herhangi bir cümlenin magazincilerin çarpıtması ile manşete taşınmasına razı olacak kadar yamyam değilim. (Kusura bakmayın, magazinci arkadaşlarım)
Hadi bir de burdan yak
Sözümüz kesilse de o nerede kaldığımızı unutmuyor. Gayet ciddi ve şefkatli bir şekilde “Neyden utanacaksın ki? Sen çok güzel bir kadınsın” diyor ve ben bu beklenmedik iltifata cevap veremeden “Hiç ölümle karşılaştın mı? Hayat geçici biliyorsun değil mi? Gerçekten biliyor musun? Hissediyor musun? Gerçekten ölümle karşılaşsan bunların hiçbirinin, bedenle ilgili kaygıların yersizliğini anlardın” diyor. Hadi bir de burdan yak.
Bunları söyleyen kusursuz bir fizik ve kimilerince fazla bulunan estetik müdahalelere karşın doğal görünebilen, doğuştan güzel bir kadın olmasaydı keşke. Konuşma ilerledikçe fark ediyorum ki Meryem Uzerli benim boylarımda (1.57) benim kilomda (Hayır bunu yazmayacağım) bir kadın olsaydı bile aynı sözleri söyleyebilirdi. Dahası, ne olursa olsun fit ve sağlıklı bir vücuda sahip olmak için tüm olanaklarını kullanırdı çünkü ilk olarak mesleğine ve kendine saygısı bunu gerektiriyor, ikincisi de yaşamının kıymetini biliyor. “Siz ölümle nasıl yüzleştiniz” diye soruyorum. Buradaki özne ben değilim, o. Ve artık gerçek soruları sormam gerekiyor. “17’lerimdeyken Almanya’da her gencin askerlik yapar gibi bir sosyal sorumluluk işi yapması, topluma faydalı bir şey yapması zorunluydu, şimdi öyle mi bilmiyorum” diyor ve anlatıyor: “Ben de bir kanser kliniğinde çalışmıştım 1 sene kadar ve orada çok şey öğrendim.”
Bu sohbetin devamında Meryem Uzerli’nin Instagram’da alıp başını gidecek sözleri bolca var ama benim burada yazacaklarım başka. (Emre Karayel’in de tüm derinliğini kattığı sohbetimizin tamamını okumak isteyenleri bu linke alabilirim)
3 +2 kadın oyuncu ve kusursuz ekip
Dedim ya, yazacaklarım başka. Boşuna memelerin özgürlüğünden girmedim konuya. Ru, Türkiye dizileri açısından sadece bu açıdan ayrılmıyor. Ekranlardaki dizilerin çoğundan ayrılan yönleri içinde en etkileyicisi, hikâyedeki 3 kadının işlenişi. Aldatılan ve sonra kendinden 20 yaş küçük bir erkeğe aşık olan Reyan, Reyan’ın kocası Emir ile ilişki yaşayan, narsist Emir’e aşık Melis (Beril Kayar) ve Reyan’ın aşık olduğu (karşılıklı aşk yaşadığı demek daha iyi olur) Uzer’e aşık, çocukluk arkadaşı Deniz (Hira Koyuncuoğlu).
Deniz, dizinin en zayıf halkası maalesef. Ona sonra geleceğim. Melis ve Reyan dinamiğinin mümkünse okullarda ders olarak okutulmasını istiyorum. En çok hayrete düşüren, saygı duyduran dinamik bu. Melis karakterinin hikâyede usul usul daha fazla yer alışı ve bunu bağırmadan, ağlamadan, entrikalar kurmadan yapması öyle alışılmadık ve güzel geldi ki anlatamam! Beril Kayar -yine- bambaşka güzelliği ile o minicik sahnelerde bile öyle güzel bir oyunculuk sergiliyor ki! Abartılı tek bir mimik bile olmadan alabildiğine sade oyunculuğun -ve böyle yazılan yönetilen karakterlerin- bir oyuncunun içindeki cevheri nasıl da ortaya çıkarabileceğini gösteriyor adeta.
Eğer en başta konuştuğumuz konulardan uzaklaşabildiyseniz aynı şekilde Meryem Uzerli’nin de hiçbir yerli yapımda görmediğimiz sadelikte, asillikte bir aldatılan kadın/aşık kadın portresi çizdiğini fark etmişsinizdir. Ne bir gereksiz ses yükselmesi, ne bir tabak kırma ne manasız tokat atma, ne bir beddua… Hiçbir klişe yok. Asaletle ayrılabilmek ve yoluna bakabilmek, giden erkeğe değil, ne kadar üzgün olsan da kendi hayatına sahip çıkabilmek dersi veriyor Reyan bize. “Görülmenin” bir kadının ihtiyacı olduğunu ajitasyonsuz anlatıyor. Şu an spoiler vermemek için bahsetmeyeceğim öyle sahneler var ki, değme büyük oyuncular bile abartıya kaçabilirdi o sahnelerde. Reyan kaçmıyor. Yerinde duruyor. Sakince ama net ve sert, bazen şaşırtıcı bir masumlukta bazen de hayranlık uyandırıcı bir sükunet ile cevap veriyor.
Ayrı ayrı iyi olsalar da, bu iki narsizm kurbanı kadının birbirlerinden habersizce birbirini savunması, koruması (O muazzam alkış sahnesi!!!) “Keşke böyle rol modellerle dolu olsaydı ekran” dedirtiyor.
“Aman senaryonun burası olmamış”
Dedim ya, Deniz dizinin zayıf halkası. Diğer iki kadında ne varsa onda yok. Diğer iki kadında ne yoksa onda var. Entrika, ağlama, bağırma-çağırma, kıskançlık… Ama tüm bunlara karşın (Dikkat; hafif spoiler var) günün sonunda Reyan’ın şefkati, Deniz’in birlik duygusu ağır basıyor ve dizi bizi yine şaşırtıyor: Yerli dizi dediğin kadınların birbirlerinin kuyusunu kazdığı sahneler toplamı değil miydi?
Dizinin her “Aman senaryonun burası olmamış” dediğimiz her sahnesinde lafımız ağzımıza geri gönderiliyor çünkü aslında o sahneye bağlanan ve gayet de olduğunu sonradan anladığımız başka bir sahne izliyoruz. Bu noktada sadece oyuncuların övülmesinin büyük haksızlık olacağını düşünüyorum. Tüm bu grift hikâyelerin anlatımındaki sadelik, her bölüm başındaki küçük rastlaşmaların, açılışların güzelliği, sinematografi, müzik, kurgu, renkler, kostümler, mekanlar… “Arkadaş, madem böyle kusursuzlukta, ince detaycılıkta iş yapabiliyorduk neden daha önce böyle bir modern aşk hikayesi izlemedik biz? Daha önce neredeydiniz” sorularını sıralatıyor -son sahneye kadar.
İkinci sezon çekimleri ne zaman başlayacak?
Hikâyenin 3 ana kadınını anlatıp yan rollerdeki izninizle “WTF” dedirten diğer iki kadınından bahsetmeden bu yazıyı bitiremem: Reyan’ın annesi Selma (Derya Alabora) ve Uzer’in annesi Aylin (Şevval Sam). Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, Derya Alabora’yı övmek haddimiz değil. Zaten adımını attığı her işte varlığını hissettiriyor. Ru’da ise öyle bir anne-kız hesaplaşma sahnesi yaşatıyor ki eğer minicik bile olsa anne yaranız varsa sızım sızım sızlatıyor içinizi. Şevval Sam ise… Nereden anlatıp daha az övebilirim ki Aylin’e “hayat” verişini? Mümkün değil. O da dizinin diğer kadınları gibi gerçek hayatta olağanüstü güzel olsa da bu rolde yaşlı, pasaklı olmayı kabul etmesi ile gönlümdeki Oscar’ı aldı zaten. Her “benim” diyen oyuncunun harcı değil daha yaşlı, daha kambur, makyajsız gibi görünmeyi kabul etmek… Ama tabii ki görüntüden ibaret değil oyunculuk. Yine yönetmene ve senariste alkış gidiyor burada çünkü ajitasyona kaçmayan, arka planda kalıp bütün hikâyeyi sırtlayan öyle bir karakter yaratılmış ki Aylin’den, dizinin ilk sezonu biterken ondan başka bir şeyi konuşmak mümkün olmuyor.
Pardon, tek bir şeyi konuşmak mümkün: İkinci sezon çekimleri ne zaman başlayacak, ne zaman yayınlanacak? Çünkü devamında neler olacağını ÇOK merak ediyoruz!
Not - Spoiler riski! İlk şoku atlatıp demlenince başka sorular geliyor akla ve biraz kalp kırıyor senarist. Bu ilişkinin gerçekliğine, önyargılara rağmen yaşanabileceğine inanmış, Uzer’in mantığına, zekasına, sevdiklerine sahip çıkışına hayran kalmıştık. Buna gerek var mıydı sevgili senaristler? Biz Uzer’in gördüklerine inanmıştık…
Not 2: Bunca farklılık yaratıp çıtayı böylesine yükseltmişken ikinci sezonda da aynı çizgiyi koruyup klasik dizi hayal kırıklığı yaratmaması Ru fanlarının en büyük isteği, biliyorsunuz değil mi sevgili yapımcılar?
Ru, Gain’de yayında.
Senarist: Yeşim Çıtak, Taylan Yapıcı
Yönetmen: Bahadır Karataş, Burak Çaldır
Müzik: Ahmet Leo Vural