Liseliler “Öğretmenime dokunma” diyerek, sadece bir öğretmenin değişimini değil, bir sistemin adaletini sorguluyorlar.
Sınıfına, öğretmenine, arkadaşlarına, öğrenme hakkına sahip çıkan öğrencilerin sesi, bu ülkede hâlâ umut olduğunu gösteriyor.
Uzun süredir üniversiteleri hedef alan değişimler, köklü üniversiteleri sarsmış onlarca akademisyeni ve öğrenciyi mağdur etmiş, öğrencilerin sadece eğitim haklarına değil sosyal hayatlarına da müdahale etmişti.
Hâlâ daha cezaevlerinde sadece Anayasal haklarını kullandıkları barışçıl eylemler sırasında zor kullanımıyla karşı karşıya kalan, okullarından, sınavlarından, ailelerinden uzak bırakılan öğrenciler var.
Tarih, haklarını arayan öğrencilerin değiştirdiği sistemleri, baskıcı uygulamaların karşısında karşısında, her şeye rağmen korkmadan dik duran gençleri anlatır. Ne kadar engellenirse engellensin, tarih tekerrür eder.
Oysa 19 Mart’a giden süreçte, halkın korkup susması için gerekli her şey yapılmıştı: Gazeteciler tutuklanmış, Gezi Davası yeniden açılmış, Ayşe Barım da haksızlığa uğrayanlara katılmış, halkı etkiledikleri iddia edilen oyuncular aleni şekilde hukuk sopası ile tehdit edilmişti.
Belli ki hesaba katılmayan bir şey vardı: Bu filmin esas başrol oyuncuları, yani gençler. Bir ülkenin fakirleşmesinden, bir halkın en temel haklarından mahrum bırakılmaya çalışmasından en çok etkilenecek kesim. Henüz kendilerinden önceki nesiller gibi deneyimlerle sindirilmemiş olanlar.
Gelişmiş ülkelerdeki yaşıtları gibi gönüllerince seyahat edemeyen, okullarında şenliklerde sınav stresini atamayan, tiyatroya, konsere gitmeyi geçin, yurt bulamayan gençlerin böylesine gözü kara olmasının en büyük sebebi geleceğe dair umut besleyememeleri. Üstelik bu gençler tüm kutuplaşmalardan ayrışmış, hepsi birbirinden farklı ailelerin çocukları. Çoğu okullarında çok başarılı.

“Main character vibe” temsili bu gençler “büyüklerin” tüm planlarını rahatça bozabildiler. Çünkü ne en kalıcı ruju yapan markanın, ne en pahalı telefon markasının ne polis şiddeti sırasında ayaklarından çıkan sneaker markalarının ödüllü reklamcılarının ne de halkın vergisi ile en üst seviyeden maaş alan siyasi danışmanların ön göremediği bir gerçek var ortada: Esas “influencer”lar bu gençlerin ta kendisi. Onlar birinin çıkıp halkı kurtarmasını beklemeyecek kadar akıllı. Aynı anda hem espri yapıp hem TikTok’a video yükleyip hem X’i boykot edip hem de zıplayacak kadar da becerikliler. Kitleleri peşinden sürüklediği iddia edilen ünlüleri asıl etkileyen onlar. Siyaseti değiştirme gücü bu gençlerde. Abilerinin ablalarının hatta anne-babalarının Gezi’de ateşlenen ama sonra sönen siyasete aktif dahil olma hayalleri vardı. Şimdi sokakları dolduran gençler ise sadece protesto eden değil, sürece katılan, karar mekanizmalarında yer almayı hedefleyen bir kuşak umudu veriyor. Yani aslında film, sloganlarını alıp partilere üye olmaya, milletvekilliğine hazırlandıkları zaman başlayacak. O zaman tüm sokak hayvanları, tüm zeytin ağaçları, tüm deniz kıyıları yeniden güvende olacak; emekliler rahat nefes alıp, işçilerin hakları, çocukların, kadınların yaşamları korunacak, demokrasi, lâiklik, birbirimize ve yasalara saygı yeniden hayatımıza girecek.
Bu hikâyede roller belli.
Bazıları yazılmamış kuralları yönetmelik sanıyor, bazılarıysa geleceği baştan yazıyor.
Kameralar kapansa da, ekranlar değişse de bu jenerasyon artık kayda girdi.
Ve spoiler verebiliriz:
Bu gençler son sahnede başroldeler.