Published in  
Meseleler
 on  
June 23, 2024

Kitaplara hapsolmuş sözcükler

Çocuklar okumayı, yani daha doğrusu gördüğü harfleri yan yana sesletmeyi hızla öğreniyor okulda ama okuduklarını anlama konusunda çoğu zaman çok geri kalıyorlar sanki… OECD’nin 2023 PISA değerlendirmesine göre Türkiye, okuduğunu anlamada 37’inci sırada.
Kategori
Meseleler
Tarih
23/6/24

Kitaplara hapsolmuş sözcükler

Çocuklar okumayı, yani daha doğrusu gördüğü harfleri yan yana sesletmeyi hızla öğreniyor okulda ama okuduklarını anlama konusunda çoğu zaman çok geri kalıyorlar sanki… OECD’nin 2023 PISA değerlendirmesine göre Türkiye, okuduğunu anlamada 37’inci sırada.

Artwork: Kaan Walsh
Kategori
Meseleler
Tarih
23/6/24

Kitaplara hapsolmuş sözcükler

Çocuklar okumayı, yani daha doğrusu gördüğü harfleri yan yana sesletmeyi hızla öğreniyor okulda ama okuduklarını anlama konusunda çoğu zaman çok geri kalıyorlar sanki… OECD’nin 2023 PISA değerlendirmesine göre Türkiye, okuduğunu anlamada 37’inci sırada.

Artwork: Kaan Walsh
Dil devrimi, konuştuğumuz ve konuşamadığımız dil

Geçtiğimiz sene, yani Cumhuriyet’in 100’üncü yılı aynı zamanda, Latin alfabesine geçişimizin 95’inci, dilde sadeleşme hareketi olarak özetleyebileceğimiz dil devriminin ise 90’ıncı yılı demekti. Alfabe ve dil devrimi bu topraklarda yaşanan en önemli girişimlerden: Öyle bir hamle ki, genç Cumhuriyet’in vatandaşlarının okuryazarlık oranı sadece birkaç yılda altı yedi kat artıyor. Harflerin çıkardığı sesler değişmiyor, İngilizcedeki gibi ‘’c’’ hem “s”, hem “k” olmuyor. Örneğin Fransızcadaki gibi “eau” yazılıp “o” okunmuyor. Daha da önemlisi, Arapçadan ve Farsçadan miras Osmanlıcada olduğu gibi kısa seslileri yazmama durumu yok. Ses varsa harf var. Mübadele yazmak için مبادلة [mbadla] yazmıyorsunuz. Tabii bir de bize özgü şu seslileri sorunsuz yazma durumu var: “Omur” ve “ömür” sözcükleri kolay kolay birbirine karışmıyor artık…

Gelelim zurnanın zırt (eski yazıyla yazsak zrt yazmamız gerekirdi, o zaman ne olurdu? Zort yazmış da olabilirdik) dediği yere. Çocuklar okumayı, yani daha doğrusu gördüğü harfleri yan yana sesletmeyi hızla öğreniyor okulda ama okuduklarını anlama konusunda çoğu zaman çok geri kalıyorlar sanki… OECD’nin 2023 PISA değerlendirmesine göre Türkiye, okuduğunu anlamada 37’inci sırada. 

Bu ne mi demek? 

Okuduğumuzu anladık mı?

Harflerin tek tek değeri belli, neredeyse hiç değişmiyor. Dolayısıyla gördüğünü sesletmek zor değil. Çoğu çocuk ilkokulda okumayı ilk iki-üç ayda söküyor. Gördüğün şeyi, gördüğün gibi okuduğunda Arapça-Farsça gibi sözcüklerdeki uzun a’lar e’ler dışında çoğu zaman tutuyor sesler. Hızla okumayı öğrenmemiz okuduğumuzu hızla idrak ettiğimiz anlamına gelmiyor. Biz küçükken Türkçe kitaplarında, “Okuduğumuzu anladık mı?” diye bir bölüm olurdu ya hani… Biraz onun gibi düşünebilirsiniz. Gördüğümüzü okuyoruz, telaffuz ediyoruz, hangi seslere denk geldiğini anlıyoruz ama ne anlama geldiğini anlamamız zaman alıyor.  

Bütün bunlara bir de uyak gibi yeni sözcükler, kafiye gibi eski sözcükler, oturgaçlı götürgeçler, dönergeçler yeniyetmeler, aliterasyon, mentor gibi başka dillerden ödünçlenenler ekleniyor. Dahası? Kıymetlinin değerliden daha değerli, ibadethanenin tapınaktan farklı bir anlama sahip olduğunu düşünmek. Her ne olduysa utku, yitirmek gibi sözcükler kitaplara hapsolmuş, biz de hangi sözcüğü neden seçtiğimizi düşünmez olmuşuz işte.

Dil dönüşedursun, biz bugün, Fransa’da öğrenim gördüğü yıllarda çalışmalarının bir kısmını dil ve alfabe devrimlerine vakfetmiş tarihçi Dr. Ayşen Sarı ile dil devrimini ve günümüzde dilin devinimini konuştuk.

  • Türkiye’de alfabe ve dil devrimi hakkında neler söylemek istersin? 

Alfabe devrimi 1 Kasım 1928’de kabul edilen ve 3 Kasım 1928’te yürürlüğe giren bir karar. Bu reformla birlikte Türkçe dilini Arap alfabesiyle yazmaya son verilmiş ve Türk diline uygun geliştirilen bir Latin alfabesi kullanılmaya başlanmış. Bunun halkta karşılık bulması ve yerleşmesi kısa sürede ve hızlı bir biçimde gerçekleşmiş. Dil devrimi ise hemen harf devrimiyle eşzamanlı değil ama yeni alfabenin nispeten oturmasıyla beraber, 1932 yılında açıkça başlamış bir sadeleşme hareketi. Türkçeyi hem içinde bulunan, öncelikle Arapça ve Farsça kökenli, yabancı sözcüklerden temizlemek ve türetilen yeni sözcükler ve terimlerle zenginleştirmek amacı güdülmüş.

  • Dünyada benzerleri var mı?

Dilde sadeleştirme ve ortak bir yazımda buluşma arayışı birçok ülkede var. Bunlar arasında Almanya, Rusya, Yunanistan, İsrail ve Çin’i sayabilirim. Ancak bizde yaşanan harf devrimi kadar radikal bir değişim benim bildiğim kadarıyla bir de Azerbaycan’da mevcut. Azerbaycan’ın SSCB’ye katılmasından sonra hali hazırda kullanılan Arap alfabesi ile birlikte Latin esasına dayanan bir alfabe kullanılmaya başlanıyor. Bu reformun tarihi 1922 dolayısıyla Türkiye’deki harf devriminin de öncülü olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki 1926 I. Bakü Türkoloji Kongresi’nde alınan “Tüm Türkler için Latin Alfabesine geçme kararı” var. Bu karar da etkili olmuş diyebiliriz. Milliyetçilik veya ulus-devlet anlayışıyla dil, dolayısıyla dilde yapılan reformlar arasında doğrudan bir ilişki var. Bu yaklaşımı tek ulus ve tek dil yaklaşımından ziyade, tek imla, tek yazım şekli olarak özetlemek daha uygun. 

O yıllarda kaç kişinin yazılı mezar taşı vardı ki?

  • 100. yılında geriye dönüp bakıldığında, Cumhuriyet’in topluma en değerli katkıları arasında kuşku yok ki okuryazarlık oranı yer alıyor. Latin alfabesine geçtikten sonra nasıl bir yaygınlaştırma hamlesi yapılmış?

Latin alfabesine geçişle beraber gerçekten inanılmaz bir okuma yazma seferberliği başlatılıyor ülke genelinde. 7 Kasım 1928’de İsmet İnönü, Millet Meclisi’nde yaptığı açıklamada halkın tamamının yeni alfabeyi ve dolayısıyla okuma yazmayı öğrenmesi için Millet Mektepleri’nin açılacağını söylüyor. Yeni alfabenin öğrenimi zaten okullarda, belli başlı iş yerlerinde, memuriyetlerde vb. başlamış durumda ama bunu ülke çapına olabildiğince hızlı bir şekilde yaymak lazım. İsmet İnönü’nün konuşmasının ardından meclis 11 Kasım 1928’de Millet Mektepleri Teşkilatı Talimatnâmesi’ni oyluyor ve talimatnâme 24 Kasım 1928’de Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giriyor. Zaten okula giden veya devlet memuriyetinde çalışan (dolayısıyla alfabeyi öğrenen) kişiler dışında 16 ve 40 yaş arasındaki tüm vatandaşların bu derslere katılımı zorunlu kılınıyor. Bu dersleri takip edecek vatandaşların belediyelere gidip kaydolmaları, kayıt esnasında da eski yazıyı bilip bilmediklerini belirtmeleri isteniyor. Eski yazıyı okuyanlar için yeni alfabe dersleri iki ay, hiç bilmeyen yani okur yazar olmayanlar için dört ay olarak belirleniyor. Millet Mektepleri resmi olarak 1 Ocak 1929’da açılıyor. Dönemin İstanbul İl Eğitim Müdürü Haydar Bey’e göre sadece İstanbul’da 2 bin 500 Millet Mektebi açılmış. İstatistiklere göre sadece Ocak 1929’da 856 bin kişi Millet Mektepleri’ne kaydolmuş. İlk beş senede başarı oranı şehirlerde yüzde 54, köylerde ise yüzde 46. Köylerde başarı gösterenlerin yüzde 51’i erkekken yüzde 35’i kadın. Rakamlar bugünden bakıldığında pek bir şey ifade etmiyor olabilir ama bu inanılmaz bir başarı, çünkü okur yazar oranını beş senede ikiye katlamak demek. Tabii ki Millet Mektepleri’ne katılım zamanla azalıyor ve sona kalanlar da 1936’da kapatılıyor. Ancak o süre zarfında Latin alfabesinin kullanımı artık iyice oturmuş. Şunu unutmamak lazım, okuma-yazma oranının yüzde 6 civarında olduğu bir ülkede yaşanıyor bütün bunlar. O yüzden yeni harflerin oturması hızlı oluyor, kaldı ki Türk alfabesi gerçekten öğrenmesi kolay bir alfabe. 

  • Bir gecede cahil kalıp ecdadımızın mezar taşlarını okuyamaz hale geldik mi sence?

O yıllarda kaç kişinin üstü yazılı mezar taşı vardı ki? O dönemde Anadolu’da sadece bir yerin ileri gelenlerinin öyle mezar taşı olurdu o. Bu yersiz bir iddia. Ama bir tarihçi olarak çalışılan alana göre farklı alfabeler öğrenmeyi tabii ki önemli buluyorum.Bence sorun devrim kelimesinde. Devrim radikal bir şeydir, yenisini koymak veya yaratmak için olan düzeni bir anda altüst etmektir. Şimdi böyle bir sözü dile ne kadar uygulayabilirsin ki? Harfe uygularsın ama dili bugünden yarına öyle sert bir şekilde değiştirmek pek olası değil. 

Bence sorun devrim kelimesinde. Devrim radikal bir şeydir, yenisini koymak veya yaratmak için olan düzeni bir anda altüst etmektir. Şimdi böyle bir sözü dile ne kadar uygulayabilirsin ki? Harfe uygularsın ama dili bugünden yarına öyle sert bir şekilde değiştirmek pek olası değil. 

  • Dil devrimi ve harf devrimi hep birlikte anılıyor. Ama aslında ikisi arasında başarı açısından pek eşitlik yok galiba... Ne dersin?

Bence sorun devrim kelimesinde. Devrim radikal bir şeydir, yenisini koymak veya yaratmak için olan düzeni bir anda altüst etmektir. Şimdi böyle bir sözü dile ne kadar uygulayabilirsin ki? Harfe uygularsın ama dili bugünden yarına öyle sert bir şekilde değiştirmek pek olası değil. Bu iki girişimin birlikte anılması elbette çok normal çünkü harf devrimiyle beraber dilde sadeleştirme hareketi de başlıyor. 1932 yılında ilk Türk Dil Kurultayı toplanıyor. Türkçenin özleştirilmesi ve zenginleştirilmesi üzerine çalışmalar başlıyor. Aslında dilin sadeleşmesi cumhuriyetle doğmuş bir fikir değil. Bu konu, Meşrutiyet döneminde de Türk Derneği, Genç Kalemler, Türk Yurdu dergisi gibi oluşumlarda masaya yatırılıyor. Tabii Cumhuriyet’in dil devriminde olduğu gibi Arapça veya Farsça kökenli kelimelerin dilden temizlenmesi gibi bir yaklaşım olduğu söylenemez ama ortak tek bir dilden bahsediyorlar. Hepimizin edebiyat dersinde gördüğü üzere, o zamana kadar Farsçanın ve Arapçanın etkisiyle özellikle entelektüel zümrenin ne dediğini halkın anlaması zor. Dil konusunda erken dönem cumhuriyette yaşanan atılımların benzerini veya öncülünü Şemsettin Sami’de görüyoruz, Türkçedeki Sami dillere ait sözcükleri Orta Asya’dan alınan sözcüklerle değiştirmek gerektiğini savunuyor.


Dilde yapılmaya çalışılan devrim harf devrimi kadar başarılı olamamış, evet doğru. Ama hiç başarılı olmadığını öne sürmek de zor. Bence sadeleştirme bir ölçüye kadar başarılı olmuş. Cumhuriyet öncesi gazeteleri açıp okuduğunda çok daha ağır bir dille karşılaşıyor insan. Bu dil 20’li yıllarda bile nispeten sadeleşmiş. Dil devrimi ilk yıllarında çıtayı fazla yukarılara koyduğu, kendine seçtiği iddialı hedeflere ulaşamadığı, beklentileri karşılayamadığı için başarısız olmuş gibi gözüküyor bence daha çok.Toplumdaki her değişim dili etkiliyor.

Atatürk’ün geometri kitabını atlamamak lazım, gerçekten hâlâ orada üretilen geometri terimlerini kullanıyoruz. Yani ne tuhaftır ki üçgen, açı sözcüklerini Atatürk yaratmış, o uydurmuş, halk benimsemiş.

  • Dil devrimi sırasında sözcük seferberliği bizlere neler getirmiş?

Dil devrimi sırasında gerçekten yeni sözcükler türetmek için büyük çalışmalar yapılıyor. Özellikle Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelere öz Türkçe karşılıklar getirmek için hem yerel ağızlarda, hem de Orta Asya Türk dillerinde araştırmalar yapılıyor. Birebir kelime bulmak bir yana, yeni kelimeler türetmenin nasıl mümkün olacağı tartışılıyor ve araştırılıyor. Kullanılabilecek öntakılar ve sontakılar inceleniyor, hangilerinin dilde kalıcı kelimeler yaratabileceği sorgulanıyor, türetilen kelimeler kullanıma sokuluyor, bazıları kalıyor bazıları da kesinlikle hiç yer etmiyor. 1934 yılında çıkarılan Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları: Tarama Dergisi’nde Arapça-Farsça kökenli kelimeler listesi ve karşılık olarak verilen Türkçeleri yer alıyor. 1935 yılında çıkarılan Cep Kılavuzu’nda da yine aynı türden karşılıklar, yeni türetilen sözcükler yer alıyor. Burada ilginç bir örnek tayyare kelimesine karşılık olarak aslında uçkunun önerilmesidir. Uçku kelimesi kalıcı olmazken havalimanı anlamında üretilen uçak kelimesi tayyarenin tamamen yerini alıyor. Oysa uçak, konmaktan konak, yatmaktan yatak, uçmaktan uçak mantığıyla, tayyarenin konacağı alan olarak düşünülmüş.

Örneğin kuzey, şimal sözcüğüne karşılık olarak önerilen on sözcükten biri. Bugün güney-kuzey ikilisini birbirinden ayrı düşünemeyiz. Geriye dönüp Türk dillerine bakıyorlar. Oradan birtakım sözcükler alıyorlar. Örneğin hepimizin afiyetle yediği türlü sözcüğü Anadolu’da var. Ama tür sözcüğü yok. -li, lü takısıyla türetilmiş olduğunu keşfediyorlar yemeğin. Geriye gidip bakıyorlar ki tür sözcüğü diğer Türk dillerinde mevcut. Onu da alıp dile katıyorlar. Bu arada halkın diline oturan, kulağına tanıdık gelen sözcükler daha kalıcı oluyor. Örneğin zabıt yerine getirilen tutulga sözcüğü kalıcı olmazken tutanak kelimesinin dile yerleşmesi gibi. 1942 yılında Felsefe ve Gramer Terimleri çıkarılıyor. Tabii Atatürk’ün Geometri kitabını atlamamak lazım, gerçekten hâlâ orada üretilen geometri terimlerini kullanıyoruz. Yani ne tuhaftır ki üçgen, açı sözcüklerini Atatürk yaratmış, o uydurmuş, halk benimsemiş. 1936 tarihli ‘’Soyadı Kanunu’’nda Türkçe olmayan isimler seçmek yasaklanmış. Önceden kullanılan -zâde takısı yerine de -oğlu kullanılması uygun görülmüştür. Aynı şekilde ismin sonuna getirilen Efendi, Bey, Hanım yerine ismin başına Bay ve Bayan konulması uygun bulunmuş. Monsieur ve Madame’ın karşılığı olarak düşünülmüş bu, Avrupalılaşma hareketinin bir aşaması olarak. Şimdi ise bayan kelimesinin kadının yerine geçirilmeye çalıştığını görüyoruz sanki kadın ayıp bir sözmüş gibi. Konu bambaşka bir yere gelmiş. Tarama ve türetme çalışmaları ilk yıllardaki yoğunlukta olmasa da devam ediyor, bunu da ayrıca belirtelim.Çok kullanılan kelimelerin yerine yenisi türetildiğinde, dilde kalıcı olsa bile eskisini tamamen yok etmiyor

  • Dil devrimine ek olarak bir de dilin devinimi meselesi var. Yaptığımız haliyle kalmıyor tabii. Dil konusunda bir karşı devrim girişimi de var diyebilir miyiz?

Dilin devinimi kaçınılmaz bir şey, orası kesin. Dil konusunda tam bir karşı devrimden söz edebilir miyiz bilmiyorum. Böyle bir girişim olsa dahi başarılı olabilir mi, orası tartışılır. Bazı eskide kalmış diyebileceğimiz kavramların tekrar kullanılmaya başladığına, daha Arapça kökenli sözcüklerin Türkçeleri yerine kullanıldığına tanık oluyoruz. Ben bu yaz mesela “eyyam-ı bahur” sıcakları lafını görünce çok güldüm çünkü benim çocukluğum boyunca kullanıldığını hiç görmemiştim. Yani anneannemin söylediğini hatırlıyorum da medyada kullanıldığına galiba ilk defa bu yaz şahit oldum. Ağustos sıcakları, çöl sıcakları vs. diye geçerdi normalde ama bu sene başlık olarak böyle geçtiğini gördük.2022 verileri okuryazarlık oranını yüzde 97,6 gösteriyor. Neden yüzde 99.9 olmadığını sorgulayabiliriz ama sanırım bu alfabeyle ilgili bir mesele olmaz. 

Dil canlı bir varlık. Toplumdaki her değişim, her dalgalanma ister istemez onu da etkiliyor. 

  • Hepimizin içindeki habis bir tümör mü bu? Yanıt yerine cevap, değerli yerine kıymetli “galip geldi” sanki.


Zaten çok kullanılan kelimelerin yerine yenisi türetildiğinde, dilde kalıcı olsa bile eskisini tamamen yok etmiyor. Bunu birebir karşı devrimcilikle açıklayamam ben. Umumi yerine de genel kullanılıyor artık, beynelmilel yerine de uluslararası diyoruz. Örnekler çoğaltılabilir. Öz Türkçeci hareket ilk başlarda çok uç denemelere girişmiş, Atatürk’ün İsveç Veliaht Prensi’nin karşısında yaptığı 1934 tarihli konuşma bunun harika bir örneği Ne dediğini hiç anlamıyorsunuz. Ama öz Türkçe!Fakat belki şu noktada karşı devrimcilikten bahsedilebilir: 1950’li yıllarda dilde sadeleşme hareketi yavaşlıyor. 1950 seçimleriyle Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin ardından Türk Dil Kurumu yarı resmi konumunu kaybediyor. Hukuk dilinin sadeleştirilmesi söz konusuyken bunun durduğunu görüyoruz. Örneğin Nisan 1945’te 1924 Anayasası’nın sadeleştirilmiş ve Türkçeleştirilmiş bir yazımı çıkarılmışken 24 Aralık 1952’de bu yeni metin iptal ediliyor ve yerine eski yazım yürürlüğe konuyor. Burada bir karşıdevrimden bahsetmek mümkün, gayet devlet eliyle yapılan bir şey bu çünkü. Ezanın da yeniden Arapça okunmaya başlandığı bir dönem bu. Zaten dil hareketinin ateşi Atatürk’ün ölümüyle sönüyor, zamanla artık sadece konunun uzmanlarını ilgilendiren bir konuya dönüşüyor.

  • Bütün bunların Cumhuriyet açısından getirisi ve götürüsü ne? Cumhuriyet gibi dil devrimimizin de evreleri mi var?

Ulus-devletler ile dil arasında yakın bir ilişki var. Birini diğerinden ayrı düşünmek imkansız. Dolayısıyla cumhuriyetin, hatta Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan milliyetçi hareketlerin dili merkeze koymaları son derece doğal bir durum. Cumhuriyet açısından getirisi tabii ki okuryazarlık seviyesinin artması ve okuryazarlığın kolaylaşması. 2022 verileri okuryazarlık oranını yüzde 97,6 gösteriyor. Neden yüzde 99.9 olmadığını sorgulayabiliriz ama sanırım bu alfabeyle ilgili bir mesele olmaz. Türk alfabesi üstün bir çalışma sonucunda, son derece hızlı üretilmiş ve gerçekten başarılı bir şekilde oturmuş bir alfabe. Bu sayede eğitim seferberliği hız kazanabilmiş. Her ne kadar çeşitli anlamsız söylemlerle yıpratılmaya çalışılsa da harf devrimi geri dönüşü olmayan bir hamle, bir devrimdir.Cumhuriyet gibi dil devrimimizin evreleri var mı sorusuna ise şöyle bakalım. En açık şekilde modernleşme denemeleri ve buna direnme, hatta günümüzde de muhafazakarlaşma olarak ayırabiliriz bunu. Cumhuriyetin ilk yıllarında dil sadeleşiyor, din toplumsal alandan çıkarılıp kişisel alana yerleşiyor. 50’li yıllarda dinin toplumsal alana müdahalesi yine artıyor. Sadeleşme hareketi de tamamen durmasa da yavaşlıyor. Cumhuriyet tarihindeki dalgalanmaların her birinin dilde bir karşılığını var, çünkü dil canlı bir varlık. Toplumdaki her değişim, her dalgalanma ister istemez onu da etkiliyor. 

Kitaplara hapsolmuş sözcükler