Neyse ki Ümit Özdoğan gibi, elindeki tüm kaynakları seferber ederek üreten ve daha da önemlisi üretimi teşvik eden, destek olan sanatçılar, yaratıcılar, üreticiler de var.
Şehrin en cool “kitap fuarı” border_less ARTBOOK DAYS'in de kurucularından olan Ümit Özdoğan' ile Versus Art Project’te son haftasına giren “Hareket Alanı” adını verdiği kişisel sergisi vesilesiyle buluştuk. Sergi, farklı materyalleri bir araya getirirken Ümit Özdoğan’ın Mersin’de geçen çocukluğundan bugüne ince, poetik izler taşıyor.
border_less ARTBOOK DAYS'i nasıl kurdunuz, bu sene nasıl geçti?
Bu sene 6. edisyonunu Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gerçekleştirdik. Etkinlikte 12 farklı ülkeden 50 katılımcı vardı. Kurumun konumu sebebiyle 3.000’den fazla ziyaretçiyi ağırladık. Hep birlikte farklı coğrafyalardan sanat ve sanatçı kitaplarını inceleme, kitap üretme pratiklerine dair bilgi edinme fırsatı yakaladık. 3 gün süren etkinliğe konuşma programı ve bir atölye eşlik etti. Gezen bir çok kişinin tekrar geldiğini gördüm. Etkinliğin ilk emisyonundan bu zamanda kemikleşmiş bir izleyici kitlemizde oluştu. Bu kadar zor bir alanda üreten kişileri yan yana getirmek, kültür- sanat alanında üreten farklı kurumları, sanatçıları yan yana görmek mutluluk verici.
border_less’ı ortağım Melek Gençer ile birlikte 2018 yılında çevirim içi bir mecra olarak kurduk. Global anlamda farklı bölgelerden sanatçı röportajları, sergi izlenimleri ya da sergi metinleri gibi içeriklere İngilizce - Türkçe bazen sanatçının ya da serginin gerçekleştiği coğrafyanın ana dilinde yer verdik. 2019 yılında border_less ARTBOOK DAYS’in ilk edisyonunu gerçekleştirdik. Aynı yıl border_less Kitap Fonunu organize etmeye başladık 5 farklı yayının üretim sürecine destek olduk, ama bu sene itibariyle açık çağrıyla işlediğimiz bu süreci bünyemizden çıkarmaya karar verdik. 2021 yılında border_less EDITIONS serisini organize etmeye başladık. Bu seride birlikte çalışmak istediğimiz, işlerine ilgi duyduğumuz sanatçıları davet ediyoruz. Sanatçıların üretmek istedikleri işleri edisyonunu ya da varyasyonlu olarak üretiyoruz, bu işleri sene içerisinde ya da sonunda galerilerle işbirliği içerisinde gerçekleştirdiğimiz pop- up sergilerle fiziki olarak izleyiciye sunuyoruz.
Bir yandan sanatçı kimliğin bir yandan da yine sanat ve sanatçılara hizmet eden bir oluşum… Birbirini destekliyor mu?
Kesinlikle. Lisede ve üniversitede resim okudum. Okulu bitirdikten sonra Taner Ceylan’ın asistanlığını yapmaya başladım 5 sene sürdü, sonrasında Rampa Galeri’de çalışmaya başladım, sektörümüzün tüm detaylarını deneyimle fırsatı buldum, 2019- 2020 yıllarında SAHA Derneği’nde misafir sanatçı programının koordinatörlüğünü yaptım. Uzun lafın kısası farklı dinamiklerde işletmelerde, mekanlarda bulundum yani. Bunun bana iyi geldiğini düşünüyorum, benim için oldukça verimli bir deneyimdi. Tabii aynı zamanda sektörümüzün diğer hiçbir sektörden ayrılmayan kirli taraflarını da görmüş bulundum. Bütün bu deneyimin arkasında ilgilendiğim tek şey sanatsal üretimler. Beni ayakta tutan tek kuvvet bu. Çok zor bir ülkede, zorlu koşullarda hala üretebilen sanatçılarla, kurumlarla birlikte olmak, hareket etmek bana iyi geliyor.
Sanatın “iş” tarafında olmak zor mu?
Benim için üretmek daha zor. Ben kendim ikna olmadığım bir işi kamuya açamıyorum. Üretim sürecimin, çıkış noktamın ve işimin doğal akışında olması ve benden bir parça taşıması benim önceliğim. Diğer kısım yani iş tarafında bir formül olmasa da işletmek konusunda bir zorluk görmüyorum. Zaten çok limitli bir kitleye hitap ediyoruz, ya da limitli bir kitlenin dikkatini çekiyoruz diyebilirim. Formül olmasa da işinizi iyi ve dürüst bir şekilde yaparsanız bir şekilde doğru bir yere ulaşıyor diye düşünüyorum.
Sadece Türkiye değil, dünyada sanat sanatçılar kadar naif değil maalesef… Üretmeye nasıl devam edebiliyorsun bu ortamda? Özellikle de işin farklı yönlerini deneyimledikten sonra seni hala motive eden ne?
Tam olarak bahsettiğini hem yaşıyorum hem görüyorum. Sanatçıları bu sistemin kötülüğünden ayrı bir yere koymuyorum ama inan. Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Maalesef her biriminden kişisinden kurumuna kusurluyuz. Kendimizde ayrı bir yerde tutmuyorum. Benim de vardır hatalarım, ben de kalp kırmışımdır. Biraz önce bahsettiğim gibi lisede ve üniversitede resim okudum. Şanslıyım bu alanda çalışmaya devam edebildim. Artık varlık gösterebilen biriyim. Bazen takılıyorum bende, üretemiyorum. Son 6 senedir burada bir solo sergim yoktu, spesifik bir sebebi olmadı, ama sergimin olması için sanıyorum doğru zamanda olmadı şimdi geldi o zaman. Geçtiğimiz yaz ve sonrası takip eden aylar kendimi çok değersiz hissediyordum. O süreçte hiçbir sergi açılışına kültür- sanat etkinliğine katılamadım. Sonra sadece kendi işimle baş başa kalmam gerektiğini fark ettim. Bunda terapistimin katkısı çok büyüktü. Neysem oyum. Kendimi bırakmıyorum tabii ki böyle deyip. Kendimi ya da yaptığım işi doğru bir şekilde açmak için elimden gelen tüm çabayı gösteriyorum. Ben doğduğum şehir, geldiğim aile, okuduğum aile, hayatım sebebiyle bu ülkede dezavantajlı bir gruptan geliyorum. Buna rağmen varlık göstermeye çalışıyorum. Bunun karşıma çıkardığı zorluklarla baş etmeye çalışıyorum. Motive eden tek şey ürettiğim işin samimiyetinin arkasına sığınabilecek gücü bir şekilde kendimde bulmak yani ortaya çıkardığım iş.
Geçmişten şimdiye üretimlerine bakınca kullandığın materyallerde ve nesnelerde değişim çarpıyor gözüme. Özellikle bakır öne çıkıyor. Nasıl başladın bakırla çalışmaya?
Bakır çok etkileyici bir materyal. Türümüzle benzerlik gösterdiğini düşünüyorum. 2013’ten bu yana atölyemde evimde her zaman bulundurduğum ve temas ettiğim bir malzeme. İletken bir nesne olmasını, üzerinde çalıştığım konuyu, kavramı, hikayeyi neyse onu aktarması için bir aracı olarak kullanmama olanak sağlıyor. Bazı işlerime izleyici nazikçe dokunabiliyor. İzleyici temas ettikçe bakır dönüşmeye başlıyor, hikayelerle temasımız gibi düşünebilirsiniz. İşlerseniz parlıyor, bizler gibi ya da bir bahçe gibi. Kendi haline bırakırsanız yavaşça başka bir renge bürünmeye başlıyor. Büyülü bir malzeme benim için. Bakırı bazen işlemek zor oluyor, şekil vermek, kesmek, bükmek. Bunun için farklı ustalarla çalışıyorum kimi zaman. Her zaman pratiğimde büyük bir yeri olacak ya da temeli diyebilirim.
İzleyici olarak, bakırla yaptığın eserlerin bana telkâri işçiliğinin verdiği o emek ve incelik, kibarlık duygularını hatırlatıyor. Ne kadar doğru sence bu?
Sosyal, günlük bir diyalogta bana soruluyor neyle çalışıyorsun? Neyle üretiyorsun? Bakırla çalıştığımı söylediğimde her kesin aklına ilk olarak bakır işçiliği geliyor çok doğal olarak. Ama ben dediğim gibi malzemeye tamamen ona atadığım metaforlarla yaklaşıyorum. Benim işlerime baktığınızda temiz bir kesim, temiz bir form, kusursuz bir işçilik görmezsiniz. Ben form değil işin çıkış noktasıyla ve duygusuyla ilgileniyorum. Süreç benim için ortaya çıkan işten daha anlamlı oluyor. Bu tabi ortaya çıkan işin nasıl göründüğüyle ilgilenmediğim anlamına gelmiyor aslında. Kusurlu görünen bir işte aslında benim işimin bir parçası.
Kelimelerle de içli dışlısın… Görsel bir şey yaratırken kelimelerin katkısı ne senin için? Ya da tam tersine bir şey yazdığında görsel dünyanın, elle şekillendirip yaratmanın eksikliği oluşuyor mu kelimelerde?
Yaşadıklarımızı tarif etmek çok zor bir iş. Kerimelerin hislerimize tercüman olması çok zor. Bazen üretirken tutuluyorum, anlatmak istediğim şeylerin içerisinden çıkamıyorum. Güven Sitesi serimi ayrı tutuyorum bu cümlelerden çünkü o seri tamamen dil üzerine şekilleniyor. Görünür kılmak istediğim şeyleri nesneye dönüştürürken özellikle kadın yazarların kapısını çalıyorum diyebilirim. Alıntılar kullanıyorum bu yazarlardan, Tomris Uyar, Nermin Yıldırım, Elena Ferrante, Annie Ernaux kapısını çaldığım yazarlardan oldu. Hayatı süzmek, sindirmek çok zor. Bu kadınların hepsi benim için aynı dili konuşuyor. Bir şekilde onlarla aynı masada olmayı, paylaşmayı çok isterdim.
Görsel demişken Instagram’ın sanat ve sanatçı üzerindeki etkisini nasıl buluyorsun?
Off! Bu soru çok karmaşık. Ben de bazen Instagram’ın gerçekliği yansıtmadığını unutuyorum. Kapılıyorum. Ben güzel olan anları paylaşma peşindeyim. Bir çok sanatçının Instagram hesabını ticari işletme gibi görüyorum. Ben sanatçının işini zaten web sitesine girerek zaman ayırarak görebilirim. Bu kimse işini paylaşmasın demek değil tabi. Ben sanatçının gittiği yeri, izlediği filmi, dinlediği müziği, yediği yemeği, kültürünü merak ediyorum. İşinin arkasındaki bahçeyi böylelikle görebiliyorum. Yaşadıklarının işlerine nasıl etki ettiğini anlayabiliyorum. O sanatçının işini zaten sergisinde, çalışıyorsa çalıştığı galerinin profilinde görebiliyorum. Bazen çok garip mesajlar alıyorum takipleştiğim ama tanımadığım kişilerden. Bunlardan biri hayatımın çok yolunda göründüğüyle ilgili. Bu dünyada kimin hayatı yolunda olabilir Allah aşkına. Hepimiz kusurlu bir sistem içerisindeyiz. Bunu da el birliğiyle türümüz inşa etti ve o kadar kemikleşmiş durumda ki kurtuluşumuz yok. Sadece birlikte direnç gösterebileceğimiz ruhları buldukça bir nebze mücadelemiz anlamlı oluyor.
Bu etkiyi fuarlar, bienaller ve galeriler açısından değerlendirirsek son senelerde “Instagrammable art” arayışı var gibi geliyor bana… Yüzeysel mi bakıyorum?
Hayır kesinlikle yüzeysel baktığını düşünmüyorum. Bu da senin deneyimin, senin gözlemin ve çok da değerli. Bahsettiğin gibi daha estetik olan, albenili olan, üslup peşine düşen işler benim işimden bir adım önde. Benim pratiğim ve yaptığım şeyi uzun uzun anlatmam gerekiyor. Bu sebeple izleyicinin vaktine ihtiyaç duyuyorum. Herkesin böyle bir vakti olmuyor, benim de herkese anlatacak imkanım olmuyor. Bu sebeple yazarlarla iş birliği yapıyorum. İşlerimi doğru metinlerle açmayı tercih ediyorum. Temas edebildiğim kitle tercih ettiğim imajlar sebebiyle çok kısıtlı.
Tüm bunlar sanatın izleyici üzerindeki etkisini azaltıyor mu? Yani bir sergiye “selfie çekilecek eser” varsa daha çok insanın gelmesi, sanatçıların işlerinden daha popüler olması… Sanatı nereye götürüyor?
Eskiden bu bahsettiklerine kızıyordum. :) 36 yaşındayım, yaşlandıkça daha iyi görmeye başladım. Tabii ki benim de bu durumlara dair çıkarımlarım var, zaman zaman tepki gösteriyorum ama kimseye kızmıyorum. Ne kuruma ne sanatçıya ne izleyicisine. Karşılaştığım ve yeterince etkili ya da kendimce doğru bulmadığım sanatı bana hitap etmeyen bir sanat olarak değerlendiriyorum. Başkasına hitap ediyor, tabi bu o sanatı benim gözümde yine başka yere koymuyor ya da iyileştirmiyor, fikrimde değişmiyor. Ama hep çıktığımız nokta şu oluyor, oldukça zor bir dünya. Türümüz kusurlu, galiba çok beklentiye girmemek lazım. Senin değindiğin noktalar nitelikli eleştirilerle kendisine doğru zeminler edinir diye düşünüyorum.
Son haftaında sergini yakalayıp gezmek isteyenler için biraz anlatır mısın, bu serginin senin için önemi nedir, nelerden bahsediyor?
6 uzun senenin ardından yeni solo sergim Hareket Alanı 8 Mayıs’ta Versus Art Project’te açıldı. Açılış hem fiziken hem de duygusal olarak çok yorucuydu. Şimdiye kadar sevdiğim, etkilendiğim yüzlerce sergi oldu. Sergi gezerken bir kere başıma gelmişti kendime hakim olamadım ve göz yaşlarımı özgür bırakmıştım, o da İstanbul Bienali’nde sergilenen Jonathas de Andre’nin ‘Balık’ isimli işiydi. Göz yaşlarımı özgür bıraktığım ikinci sergi ise kendi sergim oldu. Sergi turumda gün içerisinde kendimi tutamadım. Sergide yola çıktığım işlerin merkezinde sıkıntı ve stres var. Ağır konular. Bir şekilde nesneye dönüşmüş bu işler gün sonunda bana yüzleşecek zeminler bıraktığı için kendimi iyi hissediyorum. Ama bu karşılaşmaları açarken, anlatırken zorlanıyorum. Açılışıma gelen izleyicilerin affına sığınıyorum bu sebeple.
Sergim üç ayrı bölümden oluşuyor. Kişi, Eylem, Durum serisi odağına utancı alıyor. İsimsiz heykel serisi ve Spot Işığı güvencesizlik kavramına dair soruları açmaya çalışıyor. Kolobrasyon yapmanın benim pratiğimde çok önemsediğim bir yeri var. Bu sebeple sergiye eşlik eden metinlerin altını çizmek isterim. Banu Karaca’nın spot ışığı isimli işim için yazdığı metin, Aylin Kuryel’in Cogito için hazırladığı Utanca Bakmak sayısının ön sözü ve Ekin Coşkuner’in sergim için işlerimle karşılaşmasını/utanç kavramını açtığı metinler sergiye eşlik ediyor. Sergi metnimi Zehra Begüm Kışla yazdı. Zehra ile fiziken tanışma şansımız hiç olmadı, ama zihnen çok aynı düzlemde olduğum bir yazar ve küratör. Sergimin arkasındaki süreci, kavramları Zehra’nın kelimeleriyle, yaklaşımıyla açmak bana büyük bir güç verdi.
Türümüz kusurlu, çok beklentiye girmemek lazım