Published in  
Röportajlar
 on  
March 29, 2025

Enstrümanı insan olan bir müzik

Başak Doğan, sesi sadece bir enstrüman değil, aynı zamanda bir ifade biçimi olarak gören bir koro şefi. 2015’te “Chromas”ı kurarak, koro müziğini kalıpların dışına taşıyan ve dinleyicisini beklenmedik armonilerle buluşturan bir yolculuğa çıktı. Biz de Chromas’ın 10. yılında kendisiyle Türkiye’de koro kültürüne, “Vocal Painting (VoPa)” tekniğine ve sesin sınırlarına dair konuştuk.
Kategori
Röportajlar
Tarih
29/3/25

Enstrümanı insan olan bir müzik

Başak Doğan, sesi sadece bir enstrüman değil, aynı zamanda bir ifade biçimi olarak gören bir koro şefi. 2015’te “Chromas”ı kurarak, koro müziğini kalıpların dışına taşıyan ve dinleyicisini beklenmedik armonilerle buluşturan bir yolculuğa çıktı. Biz de Chromas’ın 10. yılında kendisiyle Türkiye’de koro kültürüne, “Vocal Painting (VoPa)” tekniğine ve sesin sınırlarına dair konuştuk.

Kategori
Röportajlar
Tarih
29/3/25

Enstrümanı insan olan bir müzik

Başak Doğan, sesi sadece bir enstrüman değil, aynı zamanda bir ifade biçimi olarak gören bir koro şefi. 2015’te “Chromas”ı kurarak, koro müziğini kalıpların dışına taşıyan ve dinleyicisini beklenmedik armonilerle buluşturan bir yolculuğa çıktı. Biz de Chromas’ın 10. yılında kendisiyle Türkiye’de koro kültürüne, “Vocal Painting (VoPa)” tekniğine ve sesin sınırlarına dair konuştuk.

Chromas’ı kurarken en büyük motivasyonunuz neydi? Türkiye’de koro müziğinde nasıl bir eksiklik gördünüz ve bunu nasıl doldurmak istediniz?

Bizler bu ülkede çok sesli bir müziğin içine doğan çocuklar değiliz; dolayısıyla farklı tınıları duymayı, onlara eşlik etmeyi sonradan öğreniyoruz. Ancak ilgi alanımıza giriyor, sonra onunla temas ediyoruz. Ben de pek çok insan gibi ilgi alanım olan müzikle hep ilgilendim ancak beni bugüne taşıyan ateş, Boğaziçi’nde okurken yandı. Önce okulun ilk kadın korosunu kurdum, sonra senelerce caz korosunun şefliğini yaptım. Şefliğimin ilk  günlerinde kulağıma gelen o çok sesli müziği düşünüyorum; insan sesinin bu enstrümansız hali öyle bir titreşim yayıyor ki, o tınıyı koronun karşısına geçip ilk duyduğumda yaşadığım hissi unutamıyorum, “ben bu işi yapmalıyım” dediğim andır. Yani koro şefi olmaktaki ilk motivasyonum kendi duyduğum hazdan kaynaklı! Bunun bir adım ötesinde de, çok sesli müziğin, özellikle birlikte şarkı söyleyen insanların, insan sesinin yapabileceklerine şahit oldukça, toplumsal bir etki yarattığını da fark ettim. Yani Chromas’ı “bir boşluk var, ben burayı doldurayım” diye düşünerek değil de “hayal ettiğim müziği ve topluluğu nasıl gerçekleştirebilirim” diye düşünerek kurdum. O ilk hayalim “iyi müzik, hep gelişen güzel ekip”ti, öyle de oldu. 

Başak Doğan

Chromas, Türkiye’de Vocal Painting tekniğini kullanan ilk ve tek koro. Bu tekniği çalışmalarınıza nasıl entegre ediyorsunuz?

Kısaca VoPa dediğimiz Vocal Painting, benim Danimarka’daki yüksek lisansımla birlikte hayatımıza giren bir metot. Bu bir işaret dili; yaratıcısı ise oradaki hocalarımdan biriydi. Kendisi bunu geliştirdiğinde 75 işaret vardı, şimdi 100 civarı işaret var bu dilin içinde. Bu metot sayesinde biz o anda, hiçbir ön hazırlığımız olmadan canlı besteler yapabiliyoruz. Diğer bir deyişle, son derece yaratıcı ve odaklı bir şekilde, birlikte doğaçlamamıza olanak sağlıyor. Öyle bir doğaçlama müzik yapılıyor ki VoPa’yla, dinlerken notada yazıyor diyebilirsiniz. Çok ‘fine tuned’ bir işaret dili. 

Bu kendimize sakladığımız bir teknik de değil, Vokal Akademi’de VoPa workshopları yapıyorum, bazen uygulama atölyeleri açıyoruz. Bu işaretlerin sadece birkaçını öğrenerek bile melodiler çıkarabiliyorsunuz. Mesela ben her konserimizde seyirciye de bu deneyimi yaşatmaya çalışıyorum, 5-8 dakika gibi kısa bir süre içinde seyirci ve sahnedeki koro birlikte çıkardıkları bir melodiyi birlikte söylüyorlar. Aslında bu hem çok iyi bir “anda olma” hem de şahane bir “birlikte üretme” pratiği. Biz bunu çoğu provamızda, ‘warm-up’larımızda da kullanıyoruz. 

Chromas’ın repertuvarında cazdan halk müziğine kadar çok farklı türler var. Bu türleri yeniden düzenlerken nasıl bir yaratıcı süreçten geçiyorsunuz?

Chromas’ın kendine özgü bir repertuvarı var. En başından beri, farklı olanı, dönüp hiç bakılmamış olanı bulup onu kendi eserimiz haline getirmeye çalıştık. Biraz önce bahsettim, biraz meraklı ve sürekli araştıran, dinleyen biriyim, bu da beni daha önce girilmemiş sulara taşıyor. ‘Genre’ bazlı değil de his bazlı bir ürünün peşindeyim hep. Her gün hayatımın büyük bir kısmını yeni şeyler dinlemeye, araştırmaya adıyorum. Repertuvara alacağım parçaları seçme süreci bu yüzden çok meşakkatli ve uzun olsa da tam nokta atışı oluyor. Parça seçimi ile bitmiyor tabii, sonra koro ile bu şarkılar buluşuyor ve ayrıntılı bir çalışma sürecine giriliyor. İşte o anlar hem koro hem de benim için en tatmin edici anlar. Biz en çok provaları severiz! Ve sonuç olarak Chromas’ın üzerine terzi dikimi bir kostüm gibi oturuyor. Hem koro bu eserleri seslendirmekten çok keyif alıyor, hem ben aklımdakilerin bir sonuca dökülmesini izlemekten büyük mutluluk duyuyorum. 

Müzikte geçmiş ile bugün/gelecek, geleneksel ile yenilikçi arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?

Repertuvarımız çoğunlukla çağdaş eserlerden oluşuyor ama bir yandan da çok temel, insanın birlikte ses çıkarma ihtiyacıyla ortaya çıkmış, kabile müziği diyebileceğimiz bir tarafımız da var. O yüzden müziğimizi hep yeni bir bakışla, yeni bir şeyler ekleyerek yapsak da temelinde aslında hep bu insani dürtü var. Bir de bizim müziğimiz doğası gereği de biraz zamansız geliyor bana, en temelinde duygunun direkt iletişimi var. Herhangi bir araç olmadan, sadece kişilerden gelen salt ses dalgaları birleşip bir müzik oluşturuyor. Aracısız olduğundan duyguları direkt aktarması da muazzam bir etki yaratıyor. 

Danimarka Kraliyet Müzik Akademisi’ndeki eğitiminiz size koro şefliği açısından en çok ne kattı? Türkiye’deki koro anlayışı ile Avrupa’daki yaklaşımlar arasında nasıl farklar gözlemlediniz?

Oradaki eğitimim, aldığım bütün ilhamlar hayatımı değiştirdi diyebilirim. Dolayısıyla Chromas’ın ve birlikte çalıştığım herkesin de hayatını değiştirdi. O yüzden çok net bir cevap verebilirim: Bana en çok “utanmadan hata yapmayı ve başkalarının hatalarını alkışlamayı” kattı. Çünkü hata yapmak cesaret isteyen bir eylem, bizim içine doğduğumuz kültürse maalesef buna pek izin vermez. Pek de geliştiremediğimiz, henüz açığa vurmadığımız bir yanımız varsa, biz bunu daha çok gizlemeye meyilli bir toplumuz. Danimarka’da okumaya başladığımda da ilk şaşkınlığımı bu noktadaki farklılıkla yaşadım. Hata yapmaktan çekinmediğiniz zaman, denemekten de korkmuyorsunuz ve denemek deneyimi beraberinde getiriyor. Ve şüphesiz ki gelişiyorsunuz. Bana bu bakış açısını kattı. Bunu o kadar üzerime giydim ki, Vokal Akademi bünyesindeki her iki koromda da, atölye ve diğer çalışmalarımda da hep bunu benimseyerek tasarımlar yapıyorum. Öğrenimleri ve hatta üretimleri hep bunun üzerine tasarlamalıyız, böylece yaratımlarımızda özgürleşebiliriz. Bu bir yanıyla herkesin, bir topluluk içinde kendi olabilmeye devam etmesini ve bir başkasına saygı göstermeye devam etmesini de sağlıyor. Bana hep şu soruluyor; “Siz neden diğer korolar gibi tek tip kostümler ve elinizde dosyalarla çıkmıyorsunuz sahneye?” Bunun yanıtı da burada yatıyor; herkes birer birey ve bu bireyler kendilerini, birlikte ifade ediyorlar o sahnede. Dolayısıyla bu bakış açısı hayatımıza da yansıyor. 

Chromas’la birçok uluslararası festivalde sahne aldınız. Sizi en çok zorlayan ya da en çok etkileyen festival hangisiydi? O an yaşadığınız bir sahne arkası hikayesi paylaşabilir misiniz?

Sayfalara sığmaz anılar birikmiş, şimdi bir de 10. yılda durup bir geriye bakınca “neler neler yaşamışız” diyoruz. Tabii ki hatıralarımızın en tepesinde Zorlu PSM’de Bobby McFerrin’le olan konserimiz var. O akşamdan koro olarak en unutamadığımız anlar soundcheck’ten. Bobby birlikte çalıştığı koroların seviyesini, bir nevi limitini denermiş soundchecklerde. Biz de aşırı heyecanlıyız, müthiş hazırız konsere ve doğaçlamaya. Velhasıl o soundcheck hiç nefes almadan 45 dakika sürdü, başlı başına bir konser gibiydi, hatta bizim için konserden de özeldi. 2500 kişilik salonda kendimize özel konser vermiş olduk. Chromas’ı en çok etkileyen festival de sanırım epey zor zamanların hemen üzerine 2016’da gittiğimiz bir Fransa festivalimiz. 5000 müzisyenle, kocaman amfi tiyatroda birlikte şarkılar söylemiştik, seyirci de biz de gözyaşlarıyla dolmuştuk. Bu sırada bir de hepimiz çadırda kalmıştık 10 gün boyunca.

Türkiye’de koro müziğine ilgi nasıl sizce? Yeterince tanınıyor mu?

Başta da söylediğim gibi, bizler toplum olarak çok sesli bir müziğin içine doğmuyoruz, sonradan ilgi alanımıza göre öğrenmeye başlıyoruz bu alanı. Dolayısıyla ilgilisi, gerçekten ‘nerd’ diye tanımlayabileceğimiz, bu işin takipçisi olanlar da var artık burada. İki yılda bir uluslararası bir koro festivali düzenliyoruz Vokal Akademi olarak, ismi VoiceUp A Cappella Festival. Bu festivale ilgi ülkemizden çok yurt dışından vokal grup ve korolardan oluyor diyebilirim. Ancak biz de tam bu nedenle VoiceUp’ı hayata geçiriyoruz. Dünyaca tanınırlığı olan değerli müzisyenleri, eğitmen ve şefleri buraya getirip meraklı müzisyenlerle ve genç yetişkinlerle buluşturuyoruz. Yani ilgi yeterli değil diye şikayet etmek yerine, bu müzik türünü yani insan sesini bizim insanımızın da daha iyi anlamasına uğraşıyoruz. 

Bu yıl Chromas’ın 10. yılı. Geriye dönüp baktığınızda “bunu iyi ki yapmışız” dediğiniz en özel anınız hangisi?

Bu 10 yıla geride durup bir bakınca en çok “yalnızca birlikte müzik yapmaya odaklandığımız, hiç konuşmadan tınılarla var olduğumuz anlar” gözümde canlanıyor. İşimi yapmaya devam etme heyecanımı yaratan bu anlar. Bence koristlerin de koroya özverisinin temelinde bu anlar var. Bunun haricinde bir de tabii “iyi ki Tarkan’la şarkı kaydedip klip çektik” gibi majör hayat anları da yok değil!

Türkiye’de bağımsız bir koro olarak var olmak zor mu? Sponsorluklar, finansal sürdürülebilirlik ve sahne bulma konularında ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? 

Chromas’ın 10. yılını kutladığımıza hala inanamıyorum. Geride bıraktığımız bu 10 yılı değerlendirmek, onu yüceltmek, arşivlemek ve tarihe hepimiz için bir not düşmek adına geçtiğimiz ay bir belgesel çekimi yaptık. Bu çekim için arşivlerimize daldık. Ben bu vesileyle şefliğimin başlarına yolculuk ettim ve bugünden geriye bakma fırsatı buldum. Pek çok zorluk peşinizde oluyor böyle bir iş yaparken: Yaptığınız işi anlatmak, onun sosyal etkisini fark ettirmek ve bir yandan hayatta kalırken bir yandan sürekli gelişmek, genişlemek… Çok çok fazla idealist duyuluyor, bana bile. Ancak zaman içinde inanarak, severek yaptığımız bu iş etrafında bir dünya kurduğumu, ekibimi buna göre tasarladığımı fark ettim. Her şeyde olduğu gibi önce merak, sonra ekip çalışmasıyla pek çok engeli aşabilirsiniz. Müzik dünyasında pek çok noktada olduğu gibi bizim işlerimizde de markaların ve açılan kültür sanat fonlarının desteği ve değeri bizler için çok büyük. Bu desteklerle yolumuzda daha emin adımlarla ilerliyoruz.

Sizce bir koro, müzikal paylaşımın yanı sıra sosyal bir deneyim de sunuyor mu? Chromas üyeleriyle kurduğunuz bağı nasıl tanımlarsınız?

Kesinlikle evet! Bizim koromuzun adı renkler anlamına geliyor. Koroyu kurarken, farklı seslerin, korkusuzca, özgürce ve güvenli bir alanda birlikte var olabilmelerini hayal ettim. Bu hem yaptığımız müzikte herkese bireysel olarak alan tanıyor; hem birlikte, hem kendisi olmaya devam ederek tek bir ses çıkarabilmesine yer açıyor; hem de toplum içindeki var oluş biçimine etki ediyor. Dinlemeyi, hatalara izin vermeyi, farklı seslere saygı duymayı pratik ettiriyor. O nedenle bu bağı çok önemli buluyorum. 

Sosyal medyanın koro müziğini yaygınlaştırmadaki rolü sence ne kadar önemli? Kendi deneyimlerine dayanarak, dijital dünyada müzik üretmenin avantajları ve dezavantajları neler?

Biz ağırlıklı olarak genç yetişkinlerden oluşan bir şarkıcılar topluluğuyuz. Korolarımızın hepsi, buraya attıkları çapalarını, üretimlerini, çıkardıkları sesleri sosyal medya yoluyla çevreleriyle paylaşıyorlar zaten. Biz kendi Vokal Akademi ve Chromas hesaplarımızdan da burada yaratılan deneyimi olabildiğince yüksek frekansla ilgilisiyle paylaşmaya çalışıyoruz. Provalarımızı, sahne performanslarımızı YouTube kanallarımızda arşiv haline getiriyoruz. Aslında bu hem bizim kendimiz için arşivimiz hem de iletişim aracımız.

Sizce insan sesi ve topluluk olma hali bize insan doğasıyla ilgili ne anlatıyor?

Biz etkileşime ihtiyaç duyan, insan sesi ile duyuları uyanan, tepki veren, aslında doğadaki tüm canlılar gibi yaşayan varlıklarız. Şehir hayatında olan çoğumuz gibi bu bağdan kopuk yaşıyoruz. Benim bir koro şefi olarak bu bağı en çok hissettiğim an, sahnede ya da provada korolarımı yönetirken duyduğum, inanılmaz ses tınılarında ve titreşimlerde oluyor. Bu titreşimin her birimiz için farklı şiddette olsa da iyileştirici bir enerjisi var. Yanı sıra, farklı sesleri bir arada duymayı sürekli pratik etmek, inanılmaz bir çokseslilik deneyimi. Bir koroda söylerken, kendi sesinizle birlikte başka sesleri duyarken, kendi sesinizi daha iyi tanıyorsunuz. Başka seslere (her anlamda) daha açık hale geliyor, toplum içinde daha farkında bir birey olduğunuzu fark ediyorsunuz. İnanın ben pek çok koristimde bu değişimleri çok hızlı bir şekilde gözlemliyorum. 

Kendi sesimizi çoğu zaman başka insanların bize yansıttığı şekilde tanıyoruz. Siz kendi sesinizi ne zaman ve nasıl gerçekten “kendinizin” olarak hissettiniz? Ya da hissettiniz mi?

Kendi sesimin ‘kendimin’ olduğunu en hissettiğim anlar hiç düşünmediğim zamanlar oluyor. Yaratıcı bir akış içindeyken, ekiple doğaçlama bir müzik yaparken, nefes dahi almadan müziği örneklerken kendimim. Hem çıkan ses hem de onun içeriği benim. Bu hissi günlük olarak her an yaşıyorum diyemem bu arada; çünkü bu çok uzun bir süreç, önce ses çıkarma hakkımızın olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. “Ses çıkarmak ayıp, aman yavrum çok bağırma, çok gülme” diyen bir kültürde büyüdüğümüz için ses çıkarma özgürlüğü çaba istiyor. Ve hatta maalesef herkes bu özgürleşmeyi yaşayamayabiliyor bile. Nice şarkıcı aslında sopranoyken “aman ayıp” diye diye alto tonuyla konuşarak ömür geçiriyor. 

Sanatta mükemmelliğe inanıyor musunuz? Bir şef olarak, hem kendinizde hem de çalıştığınız insanlarda kusurları nasıl görüyorsunuz? Kusurlar müziğe nasıl hizmet edebilir?

Her şeyin çok iyi olmasını istemekte bir dert yok ama mükemmeli aramak boş bir çaba bence - benim senelerce harcadığım da bir çaba. Mükemmel diye sonsuz beklentiler denizi öyle yorucu ki… Ben epeydir ‘kusur’lar üzerinden düşünmüyorum, özellikle de dikkatimi negatifte tutmamaya çalışıyorum. Hatalar var ve güzeller. Hatta gelin yine buna ‘anlık hatalar’ diyelim. Hatalar bir parçamız ve onlara rahat bir yerden dikkat verir, onları kabullenirsek bizi daha öteye taşırlar. O nedenle hataya izin vermeliyiz. Hataya izin verdiğinizde hiç aklınıza gelmeyen bambaşka bir melodi çıkabilir, beklemediğiniz bir yeteneğinizi keşfedebilirsiniz.

Müzikle ilişkinizin zorlayıcı yanları var mı, varsa neler?

Müziğin kendisiyle ilişkimiz iyi gidiyor bence. Önce bir yasak aşk gibi “okulunu oku da müziğini yine yaparsın”la başlayan, sonra hayatımın ta kendisine, merkezine dönüşen şey müzik. Çok sevdiğim müzikleri dinlerken de, müzik yaparken de farklı bir katman açılıyor dünyada da oraya geçiyormuşum gibi geliyor bana. Sanırım müzikle ilişkimizin en zorlu yanı benim yaptığım müzikte enstrümanımın insanın ta kendisi olması ve koro işinin doğası gereği de sayıca çok insanla yapılması. Hissi, fikri, kendi hali, ruhu, dinamiği olan bir enstrüman. Bu da hep beklenmedik, sürprizli bir ilişki demek. Böyle ilişkileri de biliriz hepimiz, heyecanı da zorluğu da büyüktür.