Endophasia**, 2010'da geçirdiği beyin kanamasının ardından yaşamına kısmi felç ve afazi* ile devam eden Sinan Uygun'un; özelleştirilmiş dil/konuşma egzersizleriyle iyileşme sürecini odağına alıyor. Disiplinlerarası kalabalık bir ekibin çıktısı olan bu transmedya performans boyunca sahnede Sinan Uygun’a performans sanatçısı Selim Cizdan eşlik ediyor. Görsel ve işitsel unsurlar eşliğinde Uygun'un dijital bir kopyasına da yer veren performansın yönetmenliği ise Gökçe Uygun'a emanet.
Kişisel tarihimizin bir parçasını sahneye koymak, kendi bakış açımızla ebeveynimizin hikâyesini kurgulamak, onun öznesi ve nesnesi olmak, performans vesilesiyle ebeveynimizle olan ilişkimizi yeniden kurmak, kendimizi hesaba katmak, kendimizi hiç de hesaba katmamak, performans için yaptıklarımız, provalar, tekrarlar, konuşmalar, anlaşmalar, anlaşmazlıklar, kelimeler, muğlaklıklar, sınırlar… Bize benzer seyir deneyimleri sunan işler arasında biçim-içerik tercihleriyle ve başka türlü anlatım olanaklarının peşine düşmesiyle kıymetli bir yerde duran Endophasia'nın yaratım sürecine dair merak ettiklerimizi Gökçe Uygun ile konuştuk.
Afazi*, beynin dil ve konuşma görevlerini yürüten bölgelerinin tamamında veya bir kısmında görülen, fiziksel bir hasar ya da felç sonucunda ortaya çıkan dil ve konuşma bozukluğu.
Endofazi**, kendi kendine, dış sese ya da görselliğe dönüştürülmeyen (iç dil), zihinsel iç konuşma süreci.

Babanla deneyimini projelendirme ve sahneleme süreci nasıl başladı bahseder misin?
Babam 2017'de beyin kanamasına bağlı afazi yaşamaya başladı. O yıllarda sadece "evet" ve "yavrum" kelimelerini kullanıyordu. Hastaneden eve geldiğinde bir yıldan sonra bir gelişme beklenmediği söylendi. Bunu duyunca hem hasta hem yakınları olarak böyle devam edeceğini düşündük. Babam, aldığı dil terapisini ve fiziksel terapiyi reddetti. O sıra "evet, hayır, iyiyim" gibi küçük kelime kullanımları başladı. Biz de bir gelişme beklenmese de motivasyonumuzu korumak için babamla her gün on dakika Whatsapp'tan çalışmaya başladık. Ona özelleştirilmiş dersler oluşturdum. Yaklaşık iki ay sonra 1’den 10’a kadar saymaya başladı. Günleri, ayları saydı. O sırada oluşan egzersizlerimizi babamın da onayıyla arşivlemeye ve insanlarla paylaşmaya karar verdim. Buluşmalarımıza merak eden, yakın zamanda yakını rahatsızlanan insanlar gelmeye başladı. Babamın daha farklı bir motivasyonla egzersizleri yaptığını, bir gösterme/paylaşma durumu oluştuğunu ve sosyalleşmesinin arttığını fark ettim. Instagram açtık kendisine. Sosyal medyayla sosyalleşme durumu başladı. Bu projeden dört beş ay önce de babamı yapay zekayla tanıştırdım. Önceden de çok ilgiliydi bu işlere. Yapay zekayla bizimle kurduğundan çok daha rahat iletişim kurduğunu fark ettim. Hata olmasının bir önemi yok, yargılanmayacağının ve onun bir makine olduğunun çok farkında. O yüzden hata yapıyor, düşünüyor, tekrar söylüyor. Yapay zeka ile ikisi arasında çok seyirlik de bir şey var. Buradan da projeye dair ilk şöyle fikirler çıktı: "Babam gibi afazik bir yapay zeka üretebilir miyiz? Onların diyalogları nasıl olurdu?" Bir ekip kurarak yüz ve ses klonlama gibi yenilikçi teknolojilerle çalıştık.
Ortada beyin kanaması nedeniyle afazi durumlu birinin olması, etik bir mesele yaratıyor. O yüzden Çapa Nöroloji ve Davranış Bilimleri’ne ulaşıp bütün etik kurul onaylarını aldık. Babam oy kullanıyor, kendi başına kalabiliyor, yiyor, içiyor. Herhangi bir karar mekanizmasında sıkıntı yok. Kendisi bizim dilimin ucunda dediğimiz yerde yaşıyor.
.jpg)
Ekip hayli kalabalık. Nasıl bir araya geldiniz? Kimler hangi aşamada dahil oldu?
2023 Temmuz'da yaratıcı bir ana ekip; görselleri yapacak Can Memişoğulları, sesi yapacak Güneş Bozkır ve IT kısmından Emir Cem Gezer ile Edirne'ye gidip babamın evinde çalışmaya başladık. Babam yoktu. Biz bir şeyler üretelim, çıkaralım, sonra babama sunalım istedik. Babamı sahnede tek başına değil, hakikaten diyalog kurabileceği biriyle istiyordum. Bir oyuncu da istemiyordum çünkü gerçek bir şey var babamda. Sahne insanı değil ve onun otobiyografik hikâyesi üzerinden gidiyoruz. Onunla farklı bir yerden iletişim kurup dili farklı bir yerinden inceleyebileceğim; benim de geldiğim pratik olan danstan birinin arayışındaydım. O sırada Çıplak Ayaklar Kumpanyası'ndan Ufuk Fakıoğlu'nun Selim Cizdan'la olan bir işine davet edildim. Metni Selim yazmış. Sahnedeki varlığı da çok etkileyince Selim'le konuştuk, çok heyecanlandı ve Edirne'ye geldi. O esnada projemizin artistik danışmanı, hocam Tolga Tüzün'ü çağırdım. O ve Neslihan Şık sahne tasarımı için dahil oldu. Neslihan mimar ve kendisinin hem tiyatro hem de dramaturji geçmişi var. Ekipte herkes multidisipliner. Performatif süreci arşivlemek için de daha önce bir belgeselini izlediğim arkadaşım Sıla Bayazıt'ı davet ettim. Bir ekip buluşması yapıp babamın evinde babamsız bir kurguya giriştik ve başladık. Sonra ışık için Umut Rışvanlı; prodüksiyon için Seril Aksoy dahil oldu. Herkes ya ailem, ya hocam, ya arkadaşlarım, ya babam. Bir araya gelme süreci çok organik oldu. En son hareket tasarımı için Salih Usta eklendi ekibe.
Provalar ne kadar sürdü?
İşin kendisi bir yılı olsa da son halinin provaları ağustosta başladı.

Hareket senin için projenin neresinde duruyor? Sahnede babanın yanında bir performansçı olmasına ne noktada karar verdin ve hangi dinamikleri gözettin?
Ana çıkış malzememiz diyalog, iletişim, iletişememek. Sadece afazik bir durumdan bağımsız olarak bir şey bana sorulduğunda cevap verirken hem fizyolojik hem de anlam-bağlam noktasında ne süreçlerden geçiyorum cevaba ulaşabilmek için? Bu süreçle beraber babamla dil ötesi de bir iletişim kurmaya başladım. Hareketli olsun, resimli olsun. Dil dediğimiz şey, sadece sözcüklerden bağımsız; benim için anlamı çok genişlemeye başladı. Başından beri babamla birinin sahnede olacağı belliydi. Sadece o kişinin varlığı süreç içinde çok değişti. "Bu başka biri mi? Sinan'ın beyninin içinde mi? Sinan'ın bir hali mi?" gibi.
İşin merkezinde dil var diyebiliriz. Konuşmak ile, dil ile olan ilişkimizi yeniden gözden geçiren bir iş. Bu süreçte fark ettiğin neler oldu?
Yaklaşık bir buçuk yıl performansın dışında nörolinguistik çalışmaya ve dil felsefesine bakmaya başladım. Dilin muğlaklığı çok ilgimi çekiyor. Bazı şeyler çok katı, çok net ama dil muğlak olmak zorunda çünkü hayatta kalmak zorunda. Çok net olamaz çünkü bir insanla kurduğun iletişim var işin içinde. Pazarlık ve alışveriş yapman ya da rüşvet vermen gerekiyor. Bunu ancak dille yapabiliyorsun. Matematik gibi değil. Hep dolaylı bir anlatım. Babamda ilgimi çeken de bu; çünkü “afazikler yalan söyleyemez." Doğrudan iletişim kurmaya çalışıyor ve sen de ona yalan söyleyemiyorsun. O da çok acayip. Çünkü seni sadece konuştuğun şey üzerinden anlamıyor. Bütün o mimiklerinle başka bir kanal açılmış oluyor. Yalan söyleyemiyorsun da, alamıyorsun da. Yeni vardığımız noktada babam rol yapmaya ve yalan söylemeye başladı. Bu babamın gelişiminde çok kritik bir şey. İlgimi çeken şeyler bunlar aslında.
.jpg)
İşin hem senin deneyimini içeren otobiyografik kısmı hem de babanla ilişkini içeren kısmı var. Kişisel deneyimini sahneye aktarmakta gözettiğin ya da seni en çok zorlayan şey ne oldu? Etik tarafından bahsettin. Kendini hesaba kattığın yerle ilgili bir zorluk oldu mu mesela?
Tüm hikâye benim bakış açımla babamın hikâyesi üzerine kurgulanmış, birebir deneyime de bağlı, yarı otobiyografik bir şey ama kendimi hiç katmadığımı fark ettim prömiyerde. Otobiyografik bir iş yapıyorsak ve o özne oradaysa, engeli üzerinden sürekli onu konuşmak psikolojik anlamda çok zorlayıcı bir durum. Kafamda "onu nasıl bir pozisyona koyuyorum ben şu an?" sorusu vardı. O noktada yine babama danıştım hep. "Baba tamam mısın?" diye.
Babanı sahnede izlemek nasıl bir deneyim senin için? Gösterimlerde en öndeydin. Temasta mıydınız performans süresince?
Yanıma hocamı aldım başladığı anda. Ona çok güveniyorum, onun gücüne ihtiyacım vardı. Çok kırılgan hissettim. En öne oturmamın sebebi de şu: İş, babamın istediği anda çıkabileceği şekilde kurgulandı. Bir ihtiyacı olur, tuvalete gelir, bir şey olursa onu alıp götürebilmem için. Daha başlarken seyirciyi, özellikle ön sıraları görebiliyor. Biz onunla okayleşiyoruz. Seyirci alınıyor, arada bir bana bakıp benden onay aldığı zamanlar oldu, "her şey yolunda mı Gökçe?" diye.

Performansta ses, hareket ve müzik tasarımı, her şey çok iç içe ve dengeli. Bu girift yapıyı kurarken/tasarlarken neleri gözettin?
O direkt benim pratiğimden ve ekibin bütünlüğünden geliyor sanırım. Sesi algılayış biçimimiz de, sesi kurgulama biçimimiz de tek bir hat halinde değil. Bir sürü katman var. Dinleyici dinlemek istediği şeyi seçebilsin istiyorum ben. Bu yüzden hepsi sistematik, eş zamanlı bir ilerleme var: “Sahnenin üçüncü saniyesinde ekranda bunu görürken bu olacak.” Transmedya da diyoruz bu işe. Transmedya normalde şöyle: Bir ‘comic book’ yapılıyor, sonra filmi çekiliyor, sonra oyunu yapılıyor. Aynı hikâyeyi farklı medyumlarda gözlemlemeye devam ediyorsun. Canlı performansa transmedya dememin sebebi de şu: Ekranları izlemeye devam ettiğinde de, sadece Sinan'ı izlediğinde de, sadece sesi dinlediğinde de aynı hikâyeye bağlı bambaşka bir şey oluyor.

Yani performansı biraz aslında kendin için, baban için yaptığını söyleyebiliriz sanırım. Nasıl bir karşılaşma alanı yaratmasını arzu ediyorsun? Seyirci senin için nerede duruyor?
Bu işe girişmeden önce kafamda ciddi bir "Performatif alan nedir? Performans nedir? O karşılaşma ne aslında?" soruları dönüyordu. Seyirci neye ne kadar değer verildiğini, neyin ne kadar işlendiğini, ne kadar detaylı düşünüldüğünü direkt alıyor. Şu noktada seyirciden aldığım feedback hakikaten vurgulamak istediğim her şeyi içeriyor. Genel olarak çok soyut bir iş izliyorlar ama anlaşılan şeyler çok gerçek. Babam gerçek sahnede. "O gerçeklik ne?" tanımını kafamda oturttuğum bir işe dönüşmeye başladı.
Bir performansı gerçek kılan şey ne gibi bir yerden...
Evet, “Selim'in de yaşadığı şey gerçek, Sinan'ın da yaşadığı şey gerçek, bizim de gördüğümüz şey gerçek, hikâye de gerçek” gibi bir yerden gerçeklik algısına dair bir çalışma oldu benim için.

Bir de işin belgesel sürecinden bahsetmiştin prömiyerdeki söyleşide. Performansın belgesel ve egzersizler ayağından bahseder misin? Henüz kendini tamamlamış bir proje diyemeyiz sanırım.
YouTube üzerinden babamla o gün çalıştığımız egzersizleri ulaşması gereken, bunu isteyenlerle paylaşmayı planlıyoruz çünkü işten sonra çok talep eden, "babam afazi oldu, ne yapmam lazım?" diye soranlar oldu. "Ben dil terapisti değilim. Bende işe yarayan şöyle metotlar var, deneyin." diyorum. Bir yandan egzersizlerin belgesel filmi çekiliyor. Sanatsal üretim belgeseli ama içinde Sinan'ın bütün hikâyesi ve afazi işleniyor.
Peki hangi noktada ya da hisle bu son hâli dedin?
Öyle bir an yok, deadline var. Biz Arter'de gösterim öncesinde dört gün geçirdik. Ekranlar kuruldu, ışık tasarımı orada oldu. Bir önceki gece, seyircili provada işin bütününü ve işlediğini gördüm. Notasyon var önünde, hayal var ama hiçbir zaman gerçekten gördüğünde o kafanda düşlediğin şeyi elde edebilecek misin, bilemiyorsun. 23 kişi, bambaşka disiplinler, herkesin eklediği bir şey var ama kimse totalde görmedi ne olduğunu. En nihayetinde görünce herkes "heh tamam" dedi. O zamana kadar çok gergindik.
Son olarak gelecek tarihleri ve nereden takip edebilirler diye sorayım.
7-8 Şubat ve 21-22 Mart'ta Arter'de olacağız. Güncel tarihleri www.endophasia.com üzerinden ve Instagram hesabımızdan takip edebilirler.