The Lion King yani Aslan Kral, Walt Disney Stüdyolarının 32. Animasyon filmiydi ama ilk orijinal hikâyeydi. Sinema tarihinin en büyük hasılat yapan geleneksel animasyon filmi olan Aslan Kral, 1994 yılında gösterime girdiğinde hem animasyon dünyasını değiştirdi hem de sinemada ve marketing alanında rekorlar kırdı. 2019’da film yeni teknolojilerle, aynı hikâyeyle yeniden gösterime girdi. Doğrusu bu yeni versiyon da güzeldi ama ilk filmdeki renkler, doğallık bambaşkaydı. Simba’nın yürürken patilerinin hareketlerinin, kulaklarının, tüylerinin gerçekliği, ormanın canlılığı büyüleyiciydi.
Filmi izledikten tam 30 sene sonra beni büyüleyen o Simba çizimlerini yapan Mark Henn ile Zoom üzerinden görüşme şansım olunca yeniden küçük bir çocuk olduğumu itiraf edebilirim! Mark Henn, Simba’nın bebekliğinin çizimlerini yapan animatör. Yaklaşık 45 yıllık Walt Disney Stüdyoları kariyerinde baş animatör olarak Little Mermaid’de Ariel’i, Beauty and the Beast’te Belle karakterini, Mulan’ı ve çok daha fazlasını çizen kişi. Yani çocukların kahramanlarının kahramanı! Geçtiğimiz yıl emekliye ayrılan Mark Henn, Ağustos ayında Disney’in Efsanelerinden biri olarak ödüllendirildi.
Karşınızda efsane Mark Henn!
Üstünden çok zaman geçti ama Simba karakterini ilk taslaklardan son animasyona kadar geliştirme süreci nasıldı, neler hatırlıyorsunuz?
Genç bir çocuk, yani bence hayatı bizim gibi deneyimleyen genç bir karakterdi Simba. Çok saf, belki de gerçekçi olmayan beklentileri vardı. Simba’da önem verdiğim şeylerden biri, animatör olarak onu çok inandırıcı ve samimi duygularla şekillendirebilmekti. İlk taslaklar, bu küçük yavru aslanın çok masum olduğunu, gelecekte kral olmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalıştığını yansıtıyordu. Bence bu özellikleri Simba’yı çekici kılıyordu.
Bu kadar karışık duyguları ve ifadeleri animasyona aktarmak için nasıl bir yol izliyorsunuz?
Zaten işim tam olarak bu. Aslında animasyon da bir tür oyunculuk performansı. Animatörler, aslında birer oyuncu ama ekranda beni değil, çizdiğim karakterleri görüyorsunuz. Disney animasyonunda özellikle performans ve oyunculuk hep çok önemli olmuştur. Bu yüzden karakterin hoşuma giden yönlerini alıp kendimi onun yerine koyarak o duyguları hayal ediyorum. Küçük bir çocukken nasıl biraz kibirli, kendimi her şeyi bilen biri gibi gördüğümü hatırlayarak bunu Simba’ya yansıtmaya çalıştım. Çizim yaparken de o aslan yavrusunun ifadelerinin samimi ve inandırıcı olmasına özen gösterdim. Yani benim için özellikle Disney animasyonları her zaman bir şov ve oyunculuk demekti. Karakterle ilgili sevdiğim yönleri alıp o karaktere bürünüyor ve onun yaşadığı durumlarda benim ne hissedeceğimi canlandırmalaya çalışıyordum.
Oldukça da başarılı olmuşsunuz çünkü ilk izlediğimdeki hislerim hâlâ aynı; Simba için üzülüyor, "Hakuna Matata" şarkısında mutlu oluyorum. Çocukların ve hatta yetişkinlerin hayatında bu kadar büyük bir etki bırakmak size nasıl hissettiriyor?
Bir sanatçı olarak, yarattığınız eserin insanlar tarafından takdir edilmesini arzuluyorsunuz ama bu filmleri ilk başta kendimiz için, en iyi filmi yapmak adına hazırlıyoruz. Sonra bunu tüm dünyaya sunuyoruz, beğenilmesini umarak. Aldığım en güzel yorumlardan biri, “Çocukluğumu sen canlandırdın” denmesi olmuştu. Bu çok özel bir iltifat. Ben de büyürken Disney animasyonunu böyle görürdüm; birkaç saatliğine hayattan kaçış sağlayan, belki bir sorunu aşmana yardımcı olan karakterlerdi Disney karakterleri. İnsanlardan aldığımız mektuplar, bu filmlerin bazen zor zamanlarda onlara destek olduğunu anlatıyor. Bu, en başta öngörülemeyen, ama hayatlara çok özel bir katkı demek ve mutlu ediyor. Bu, sadece Amerika Birleşik Devletleri’ne özgü bir şey değil; filmlerimizin dünya çapında sevilmesi, insanların bu karakterlerle kendilerini özdeşleştirebilmesi çok özel bir şey.
Doğrusu benim için de aynı durum geçerli. Sadece Simba değil; Disney’in tüm karakterleri çocukluğumun kaçış arkadaşlarıydı. Mickey Mouse’un ıslık çalarak yürüyüşü gerçek hayatta bulamadığım rahatlığı, Simba’nın babasıyla ilişkisi babamla olmayan ilişkimi yansıtıyordu ve umut veriyordu. Hâlâ öyle… Bunun için çok teşekkür ederim, yarattığınız tüm karakterler ve mutlu anlar için…
Bunu duymak çok güzel, ben teşekkür ederim.
O dönemin teknolojisi çizimleri nasıl etkiliyordu? Eğer bugünün teknolojisine sahip olsaydınız ne farklı olurdu?
Bence o dönemdeki teknolojiden en çok etkilenen sahne, binlerce koşan antilop yaratmamız gereken antilop sürüsü sahnesiydi. Bu, büyük ölçüde o zaman kullandığımız bilgisayar grafiklerinin sayesinde mümkün oldu. Ancak yine de, koşan antilopların elle çizilmiş döngüleriyle başladı, bu da bilgisayar animatörlerine bir temel sağladı. Sonrasında, karakterlerin birbirine çarpmamasını sağlayan, çarpışma önleyici bazı harika programlar geliştirdiler; bu karakterler birbirine çok yaklaşacak, ama sonra sıçrayarak uzaklaşacaktı. Bu teknoloji, özellikle bu sahne için geliştirilmişti, çünkü eldeki zaman ve bütçe göz önüne alındığında her şeyi elle çizmek oldukça zor olurdu. Sanırım bu en büyük farktı. Eğer bugün yapacak olsaydık, muhtemelen aynı tür teknolojiyi kullanırdık ve sinematografide bazı şeyleri daha da geliştirebilirdik. Şimdi sinematografide biraz daha esneklik var; bilgisayar grafikleri (CG) ile kamerayı içeri, dışarı ve etrafında hareket ettirebiliyorsunuz, bu da elle çizimde biraz daha zor oluyor. Ancak bu tamamen filmdeki vizyon ve hikaye anlatıcılarına bağlı. Genellikle, birisi bir sorun ortaya atar ve bir başkası ‘Nasıl yapılacağını buluruz’ der. Ve bunu yaparlar. Antilop sahnesinde de aynı şey oldu.
Çalışmaktan en çok keyif aldığın özel bir sahne var mıydı?
Evet, özellikle “Hakuna Matata” çok eğlenceliydi. Ama sanırım en zor sahne, Simba’nın babasını ölü bulduğu sahneydi. Onun duygusal karışıklığını, ölümle yüzleşemeyen Simba’nın suçluluk duygusuyla yüzleşmesini inandırıcı şekilde göstermek istiyordum. Bu sahne, Simba'nın babasını antiloplar tarafından ezilmiş halde bulmasıyla yüzleştiği andı ve burada yapmak istemediğim şey, onun duygularının yapay veya inandırıcı olmayan bir şekilde yansıtılmasıydı. Simba, daha önce böyle bir ölümle karşılaşmamıştı, bu yüzden tam olarak anlamıyor. Üstüne bir de Scar’ın gelip ona suçluluk yüklemesi, onun duygusal karmaşasını daha da artırıyordu. Bu sahne muhtemelen benim en büyük zorluklarımdan biriydi ama sonucundan memnunum.
Son olarak, Simba Pinokyo gibi hayata gelse ona ne söylerdiniz?
Onun yolculuğunda ne öğrendiğini bilmek isterdim. Şu an hayatının bu noktasında neler öğrendiğini, yaptığı hatalardan ve yaşadığı maceradan neler çıkardığını sormak isterdim.
Peki siz hayat hakkında ne öğrendiniz?
- Hayat hakkında ben ne mi öğrendim? Sanırım hepimiz “Hakuna Matata” fikrini öğrendik. Rahatla, eğlen, endişelenme.
Teşekkürler, hayatlarımızı güzelleştirdiğiniz için.
Ben teşekkür ederim!