Bu festival hakkındaki hislerini sorarak başlayacağım. Nasılsın? Nasıl geldi bu etkinlik sana?
Bu festivalin bir parçası olmak müthiş bir şey ve çok umut verici; çünkü her sene, özellikle yazın, festival line up’ları açıklandığında kadın görünürlüğünün çok düşük olduğunu görüyoruz. Gerek belediye konserleri gerek valilik onaylı festivaller olsun, çok az kadın sahne alıyor ve biz her seferinde gerçekten çok üzülüyoruz. O yüzden bu festivalin genç kadınlara ve non-binary sanatçılara destek olması, onların büyük sahnelerde yer almasını sağlaması çok kıymetli. Bu, benim kariyerime başlarken erişemediğim bir fırsattı.
Festivalin bu yılki teması “mutluluğun ritmi”ydi. Peki senin için mutluluğun ritmi ne?
Mutluluğun ritmi müzisyen arkadaşlarımla jam session yapmak benim için. Birlikte özgürce müzik yapmak, bunu maddi ve manevi kaygı olmadan yapmak benim için en mutluluk verici şey; çünkü şarkı yazmak bazen çok kişisel. Kendi içine çekilip kendini anlaması, kendi başına dünyayı anlatması gerekebiliyor insanın; ama jam session yaparken, yazdığın bir şarkıyı hep birlikte düzenlerken çok eğlenceli ve neşeli bir ruh haline bürünüyor herkes. Şarkılarımı farklı müzik türlerinde ve farklı insanlarla düzenlemeyi, birlikte çalmayı, farklı projeler geliştirmeyi çok seviyorum. Mutluluğun ritmi böyle bir şey.
Şu anda müzik sektörünün nasıl bir durumda olduğunu düşünüyorsun? Neler eksik sence?
Özellikle bu sene için şunu söyleyebilirim; belediye seçimlerine kadar bir belirsizlik vardı. Herkes “seçimden sonra her şey güzel olacak” gibi bir beklenti içindeydi. Fakat öyle olmadı. Birçok engel, ekonomik istikrarsızlık ve politik gündem müzik sektörünü olumsuz yönde etkiledi. Ana akım sanatçıların konserleri yazın bir nebze olsun başladı ama biz bağımsız sahnedeki müzisyenler epey konsersiz bir yaz geçirdik. Bu yaz ekonomik olarak beni ve tanıdığım birçok müzisyeni sarstı. Her ekonomik sarsıntı da insanın öz değeri konusunda şüphe yaratan bir durum oluşturuyor. Kendimizle, çevremizle ilgili inandığımız şeyler sarsılıyor her seferinde.
Türkiye’de bağımsız bir müzisyen için konser yapmak epey zor şu an. Örneğin benim çalabileceğim, 200-300 kişilik orta boyutlu sahnelerin sayısı çok az. Bu sebeple geçimimi yurt dışı konserlerinden sağlamaya çalışıyorum. Çünkü konser yapmak masraflı bir şey, hem grup elemanlarına ödeme yapmak hem de salon kiraları açısından. Salonu doldurabilmek ve tanıtım yapabilmek de çok güç; sosyal medya dışında neredeyse hiç ağ yok, müzik üzerine yayın ve duyuru yapan çok az organ kaldı.
Bir de özellikle Türkiye gibi zorlu koşullarda sanat üretilen ülkelerde, sanat kolayca gözden çıkarılabilen bir şey oluyor. Mesela geçen İzmir’de çok büyük bir festivalde çalacaktı, binlerce kişi gelecekti, biletleri satılmıştı; ama iptal oldu terör saldırısından dolayı. Sadece konserler iptal oldu. Maç oldu mesela, her şey devam etti. Bu çok yorucu oluyor sanatçılar için, çok moral bozucu oluyor. Gündemde olan her şeyin sanat sektörünü doğrudan ve hemen etkilemesi bazen “neden bunu yapıyoruz” dedirtiyor. Kendi içimizde ve etrafımızdaki sanatçılardan, dinleyicilerden aldığımız destekle devam edebiliyoruz ancak. Yoksa her zaman o soru var: “Ben bunu niye yapıyorum?”
Niye yapıyorsun?
İçimden geliyor. İç dünyamı ve dünyaya bakış açımı müzik yaparak ifade eden biriyim. İfade etmeye de ihtiyacım var. Çok insani bir yerden geliyor müzik yapma ihtiyacım. Duyguları ifade etmek için çok neşeli ve oyuncaklı bir araç müzik; çünkü başka insanlarla birlikte yapabiliyorsun, birlikte üretebiliyorsun, var olan dertleri ve kaygıları dönüştürücü bir etkisi de var. Müzik yapmak benim için vazgeçilmez bir şey; ama müzik yayınlamak müzik yapmaktan çok ayrı. Müziğini duyurmaya çalışmak apayrı bir iş ve bu noktada, müziğini duyurmak istediğinde aslında müzik yapmanın dışındaki birçok şeyi de göze almış oluyorsun.
Duyurma ihtiyacı nereden geliyor?
Kendi kendine yapıp çalabilirsin tabii. Ben senelerce duyurmadım müziğimi, sadece canlı olarak çaldım. Bir “troubadour” gibi. Eskiden müzik yapıp gezgin şekilde yaşayan insanlar vardı, onlar gibiydim ben de. Sanırım yayınlayarak kalıcı bir şey bırakmak istedim yaşadığım, dünyada olduğum zamana dair. Birçok sanatçının da motivasyonu bu galiba. Bana da böyle bir motivasyon sonradan yüklendi. Şimdi de sonuçlarını yaşıyorum.
“Hayalim daha fazla ülkede daha fazla dinleyiciye ulaşmak ve müziğimi ekonomik kaygılardan azade yapabilmek."
Peki müzik yapan ve yayınlayan bir insan olarak idealin ne? Ne hayal ediyor, neye inanıyorsun?
Yaptığım müzikle daha fazla insana ulaşabileceğime, daha fazla insanın hayatına dokunabileceğime, onların hayatında bir iz bırakabileceğime inanıyorum. Benim ekonomik koşullarım ne yazık ki müziğimi geniş çaplı biçimde duyurabilmem için yeterli değil; ama seneler içinde çok güzel bir dinleyici kitlesine ulaştım. Çok güzel geri dönüşler alıyorum ve bu beni çok duygulandırıyor. Yalnız olmadığımı hissediyorum. Şarkılarımın da insanları daha az yalnız hissettiriyor olması çok kıymetli.
Hayalim daha fazla ülkede daha fazla dinleyiciye ulaşmak ve müziğimi ekonomik kaygılardan azade yapabilmek, mevcut kaygıların da yaşamımı doğrudan tehdit etmemesi. Belli bir konfor seviyesinde yaşayıp müziğimi üretebilmek istiyorum. Avrupa ve Amerika’da pek çok arkadaşım bu şekilde yaşayabiliyor. Ben Türkiye’de bu anlamda gerçekten çok zorlanıyorum. Bu kaygıların azalması hayalim.
Daha büyük bir hayalim ise sahne deneyimleri tasarlamak, müziğimi hissettiğime en yakın şekilde sunabilmek. Ses tasarımı, görsel tasarım ve konseptler ilgimi çekiyor. Doğayla iç içe konserler ve akustik deneyimler yaşamak, yaşatmak istiyorum. Daha az insanın gelebildiği, duygusal alışverişin daha olanaklı olduğu konserler beni çok heyecanlandırıyor. Surrounding ses sistemleri de aynı şekilde. Dinleyicinin vücudunun her noktasından sesi hissedebildiği bir ses deneyimi inanılmaz. Daha kapsayıcı ve dokunaklı bir sahne tasarımı yapabilmeyi hayal ediyorum.
Şu sıralar neler yapıyorsun, sırada ne var?
İlk plağım üzerine çalışıyorum. Daha önce elektronik projelerimle, hiphop collabration’larımla plaklarım çıktı. Hatta birçok plak basıldı ama bu, kendi akustik şarkılarımla çıkan ilk plağım olacak. Ada Müzik’ten çıkacak gelecek sene. Çok uzun süredir çalışıyorum aslında bunun üzerine ama bu noktaya ancak şimdi gelebildi. Bazı projeler, bazı hayaller tahmin ettiğimizden çok daha uzun bir sürece yayılabiliyor hazırlık aşamasında. Ama galiba bu sefer oluyor. Toparlıyorum fikirleri, konseptleri; çünkü plak çıktıktan sonra bir de o plağın satın alınması lazım. Onları da hesaplamak, nasıl tanıtacağımı düşünmek gerekiyor. Ama heyecan verici gelişmeler var hayatımda, diyebilirim. Müziğin de en keyifli yönlerinden biri bu.
“Bağımsız bir sanatçı olarak konserlerimi ve turnelerimi hiçbir fon veya maddi destek olmadan ayarlamam gerekiyor.”
Bu meslekte en çok nerelerde zorlanıyorsun?
En çok zorlandığım şey konserler. Müziğin canlı kısmı çok zor. Çünkü orada pek çok organizasyonel şeyi benim kendim yapmam gerekiyor. Özellikle yurt dışı turnelerinde epey zorlanıyorum. Bağımsız bir sanatçı olarak hiçbir fon veya maddi destek olmadan konserlerimi veriyorum, turnelerimi yapıyorum. Bu epey zorlayıcı oluyor. Ekipmanınla şehirden şehre gitmek, ulaşım ve konaklama masraflarını çıkarmak zor. Taşıman gereken şeyler için teknik destek de pek olmuyor. Dolayısıyla birçok kalemi benim düşünüp çözmem gerekiyor. Mesela son turnemde epey zorlandım. Tek başıma gittim Almanya’ya. 20 kilo bavul, 8 kilo gitar, eşyalar falan filan… Burada kolaylaştırıcıların ve maddi desteğin azlığı çok can sıkıcı. Bu sanırım mesleğimin en zor kısımlarından bir tanesi. Diğeriyse Türkiye konserlerinin ayarlanması. Bütçe olarak şartlar zorluyor.
Üretim anlamındaki zorluk ise şu; tanıtım masrafları çok yüksek ve bunun için desteğim yok, bir maddi kuvvet yok. Yaratıcı çözümler düşünmem gerekiyor yayınlanan şarkılarımı tanıtabilmek için. Bir de tabii ki dijital platformlarda listelere girmek, bir şekilde şarkıların şu anki dinleyenin dışındaki dinleyicilere de ulaşması, büyümesi, yaygınlaşması… Bunlar en zorlandığım konular.
Her sanat disiplininde böyle bir açmaz var bence. Belli bir kitle kazanıyorsun fakat onun dışına çıkmak zorlayıcı olabiliyor. Farklı yerlere erişim ve farklı dinleyicilere ulaşma süreci nasıl işliyor sence?
Türkiye’de müzik basını kısıtlı ve sayıca az olduğu için dijital PR ve reklamlamanın etkili olabileceği içerik türleri üretmek ve projeler yazmak bir çözüm sanırım. Sonra da tabii bu projelerin özel sektör veya vakıflar tarafından desteklenmesi ve sponsorlanması. Bu yolla daha geniş kitlelere ulaşmak mümkün olabiliyor. Bağımsız sahnelerden başarılı bulduğum sanatçıların kariyerinde bunun önemli bir parça olduğunu görüyorum. Strateji önemli bir şey müziğin duyulması ve müzik kariyerinin devamlılığı açısından.
Zorluklardan, sıkışmışlıktan çıkma yöntemin ne?
O sıkışmışlık duygusunu iyice bir yaşamam gerekiyor en başta; çünkü onu göz ardı edip oyaladıkça hayatımı daha da domine ediyor. Bu açıdan sıkışmışlık ve sıkılmışlık duygusu, can sıkıntısı, beni olumsuz hissettiren tüm bu duygular ancak iyice bir hissedildikten sonra anlaşılıyor. Canım sıkıldığında, bir şeye moralim bozulduğunda sosyal medyada ekranı kaydırmak yerine doğrudan o duygunun kaynağında kalmak, onu anlamaya çalışmak, o tarafa biraz şefkat vermeye çalışmak daha faydalı oluyor benim açımdan. Kendime şefkatle yaklaşabileceğim alanlar yaratmaya çalışıyorum aslında. Bunlardan biri de negatif duygular esnasında nasıl tepki verdiğim ve onların farkına varabilmek.
Sonra hedefler koymak o sıkışmışlıktan ufak ufak olsa çıkmaya yardımcı oluyor. Bu bir kariyer hedefi olabilir, gündelik hedefler olabilir; bir arkadaşını görmek, bir şarkının nakaratını bitirmek, yürüyüşe çıkmak, ağlamak olabilir. Duygunun salınımını sağlayabilmek için bir şey yapmak gerekiyor.
Bir de en önemlisi kendini izole etmemek. İnsan bu duygularında yapayalnızmış gibi hissedebiliyor. Oysa birçok sanatçı, birçok insan atmosferin şartlarından dolayı başarısız ve değersiz hissedebiliyor; yani bu duygularda ortağız. Kendimize dair bir şeyleri gösteriyor olabilir bu duygular ama içinde bulunduğumuz koşulları da unutmamak gerek. Sürekli kendimize yüklenmek değil de ortak duygulardan yola çıkarak bir şeyleri birbirimiz için de çözmek ve kolaylaştırmak gerekiyor. Bu durumda etrafını doğru insanlarla sarmak ve onlara yaslanabilmek çok önemli oluyor. Ortada olumsuz bir duygu, bir mahcubiyet, bir üzüntü varsa bu her zaman bireysel olmayabilir. Kolektif bir dert, kolektif bir duygu olabilir. Tek başımıza taşımamız gereken bir yük değil yani. Bazen problemlerin içinden ortaklaşa çıkılır.
Umutlu biri misin?
Bence evet ama çok zorlanıyorum bazen içimdeki umudu bulabilmekte. Çok karanlık duygularla yüzleştiğim anlar da oluyor. Değersizlik hissiyle ben de çok boğuşuyorum. Bence herhangi bir sektördeki birçok kadın da boğuşuyor bu hisle ve insanın kendini değerli olduğuna ikna etmek zor oluyor. “Ben değerliyim” diyebilmek kolay değil. O yüzden dostlar önemli. Birinin sana “sen değerlisin” demesi, kendi içindeki değerlilik hissini aydınlatabiliyor. Bir topluluk olarak birbirine değer göstermek ve oradan beslenmek çok kolaylaştırıcı.
“Duygusal tezatlıklar bana ilham veriyor.”
Nelerden ilham alıyorsun?
Can sıkıntısından. Canım sıkıldığı zaman, kendi kendime otururken, zihnimi bir şeylerle oyalamadığım zamanlarda aklıma gelen şeyler bana ilham veriyor; çünkü o zaman hayatta yaşadığım her şey birden filtresiz bir şekilde kalıyor önümde. İlham biraz gizemli bir şey, neyi nereden aldığını bilemiyorsun. Ama şöyle söyleyebilirim; genellikle karşıtlıklar ve tezatlıklar bana ilham veriyor. Mesela doğanın içinde fazlaca zaman geçirdiysem sonrasında şehre gelmek bende bir ışık yakabiliyor. Aynı şekilde tam tersi de. Mesela New York’tan Büyükada’ya geldiğimde çokça şarkı yazdım.
Ben büyük bir kültür tüketicisiyim. Neredeyse tüm kazancım kültür sanat etkinliklerine gidiyor İstanbul’da. Bu açıdan harika bir şehir, İstanbul’a bayılıyorum. Yaşamayı istediğim tek şehir. Birçok şehirde yaşadım; İrlanda’da, Almanya’da, Amerika’da… Ama her zaman İstanbul’da olmayı istiyorum gönülden. Çünkü burası çok ilginç ve yaratıcı insanlarla dolu. Onların sanatı da beni çok besliyor, heyecanlandırıyor. Kendi başıma bir konsere, sergiye, oyuna gitmek… Bunların hepsi çok heyecan verici.
Edebiyat da beni çok heyecanlandırıyor. Şiir okumak güzel sayfalar açıyor zihnimde. Bu şehre ve seyahatlerime dair birçok şey ve onların bende yarattığı duygusal tezatlıklar ilham veriyor bana.
Sence nasıl iyileşeceğiz?
Hem kendimizi, hayallerimizi, yapmak istediklerimizi ciddiye alarak - birbirimizin de hayallerini, yapmak istediklerini ve hayata bakış açısını ciddiye alarak - hem de o ciddiyeti bir o kadar bozarak, dalga geçerek, gülerek, eğlenerek, ciddiyetin o ağırlığını da taşımadan iyileşeceğimizi düşünüyorum. Birbirimize ve kendimize karşı daha yumuşak ve şefkatli olarak, en azından olmaya çalışarak. Ülkedeki gerek ekonomik şartlar gerekse politik atmosfer çok zorlu. İnsanın kalbini çok soğutan, katılaştıran bir ortam var. Bu duygulara teslim olmak da bu şartlar altında çok kolay. Bu duyguları yok sayalım demiyorum. Bunları görelim fakat bunları görüp buna rağmen nasıl daha sıcak yaklaşabiliriz birbirimize, bunun yolunu arayalım. Birbirimizi yalnız bırakmayalım. Düşmekte olduğunu gördüğün bir arkadaşını, bir müzisyen dostunu ya da bir dinleyicini çok basit bir şekilde elinden tutup kaldırabilirsin. Çok ağır bir yük taşımana gerek yok bunu yapmak için. Bazen tek bir hamle, tek bir söz, birbirine düşünüldüğünü göstermek her iki taraf için de iyileştirici oluyor. Biz birbirimize karşı borçluyuz. Birbirimize sahip çıkmak zorundayız. Bu şekilde iyileşebiliriz. Bu sorumluluğu hissederek, birbirimize dayanabilecek/yaslanabilecek sistemler kurarak, sistem kuramıyorsak duygudaşlık kurarak üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum.
İdil Meşe'nin şarkılarını buradan dinleyebilirsiniz.