Çocukluğumun en tuhaf isteklerinden biri saat tamircisi olmaktı. Bilyeden Game Boy’a kadar her şeyin içini açıp nasıl yapıldığını anlamaya çalışırdım. Bir tek saatleri açmaya kıyamazdım. Kupon biriktirerek alınmış ansiklopedilerde gördüğüm saat mekanikleri büyülüydü çünkü. Ayrıca “saat” denen şey büyülü bir alet değilse neydi ki? En sevdiğim masallarda zamanla oynanıyor, filmlerde kocaman, ahşap büyükbaba saatlerinin içinde büyülü yaratıklar yaşıyordu. Belki de “büyüdüğümde” her yere ve her şeye ya geç kalmamın ya da erken varmamın sebebi buydu: Saatlerin içini hiç açıp bakmamıştım.
Şimdiyse bir saat fabrikasının içinde, o incecik parçaların arasında ve sessizliğin ortasındaydım. Şu yaşımda bile içimde olan bir istektir saat tamircisi ya da horolog olmak. Bu konuda kısa süre öncesine kadar hâlâ umudum vardı. Hatta Grammy ödüllü Anthrax’ın (death metal grubu) gitaristi Dan Spitz’in müziği bırakıp dünyanın en iyi horologlarından biri olması da ilhamımdı! Ve fakat zarafetine hayran olduğum Longines saatlerinin nasıl yapıldığına birebir tanık olunca gerçeklerle yüzleştim: Yine geç kalmıştım. Ama hayallerim, İsviçre’nin buzullarla kaplı dağlarının eteklerindeki soğuk sularda yüzerken bir saatin nasıl yapıldığını öğrenmiş oldum ve Longines saatlerine hayranlığım bir kat daha arttı.
BONJOUR!
Arabadan iniyoruz ve tertemiz ama buz gibi bir hava çarpıyor yüzümüze. Jura Dağları’nın arasında, 1867’den beri yeri ve binası değişmemiş Longines fabrikasındayız. Her şey İsviçre sadeleğinde; hiçbir gösteriş yok, olması gereken gösteriliyor ve muazzam bir sessizlik hâkim. Her biri başka bir saatin adını alan toplantı odalarının olduğu koridoru geçip fabrika bölümüne giderken beklenmedik bir kalabalık ve birbiriyle şakalaşan insanların oluşturduğu bir sıra çarpıyor gözüme: Mola vermiş çalışanlar, “Longines Boulangerie”den atıştırmalık alıyorlar.






Eski bir filmin içindeymişiz gibi… Küçük boulangerie (daha çok hamur işi satılan pastane) vitrini, levhası, kraft kağıtta uzatılan enfes görünen hamur işleri… 1940’larda bir kartpostalda zaman durmuş, biz de o kartpostala bakıyormuşuz gibi. Oysa zamanın tıkır tıkır ve kusursuz işlediği bir yerdeyiz. Çok istesem de bu anlattıklarımın fotoğrafını çekmem mümkün olmuyor çünkü fabrikaya girerken bize tekrar tekrar yapılan bir uyarı var: “Çalışanların yüzlerinin görüneceği fotoğraflar çekmeyin.” Başkalarının mahremiyetine duyulan saygı, İsviçre’nin yazılı olmayan şahane kurallarından biri.
İlk günkü yapısı hiç bozulmadığı için asansörü olmayan bu fabrikanın merdivenlerini çıkarken karşılaştığımız istisnasız herkes çok neşeli bir şekilde selam veriyor: “Bonjour!” Aynı binada çalışan insanların birbirleriyle göz göze gelmemek için telefonlarına baktığı bir şehirden geldiğimizi düşünürken üzülüyorum. Ben bu düşünceler içindeyken, bugüne kadar üretilmiş tüm saatlerin yedek parçalarının bulunduğu özel Longines Miras Atölyesi’ne yani Longines Heritage Workshop odasına giriyoruz.
Isısı ve nemi belli seviyelerde korunan bu bölüme sadece bize burayı tanıtan “Heritage Workshop Manager” Florian Jestin ve ekibi girebiliyor. Bu küçük odada yaklaşık 5 milyon saat bileşeni var.
LONGINES HERITAGE WORKSHOP
Bir arşivcinin ya da koleksiyonerin zevkten aklını kaçırmasına sebep olacak odada bugün bile her şeyin kaydı önce elle tutuluyor. Tabii en eski kayıtlar dahi dijitale de aktarılmış. Tıpkı bulunduğumuz bina gibi bu odadaki her parça da mümkün olduğunca orijinal kutularında, orijinal evrakları ile saklanmış. Bu nedenle yüz yıl öncesinden kalan el yazısı ile bezeli binlerce kutu var karşımızda. Her şeyin tarih ve model sınıflandırması ile arşivlendiği odada, en eski bileşenler 1872 yılında üretilen ilk Flyback “13 ZN” modeline ait.
Dünyanın farklı yerlerinden gelen vintage Longines saatlerinin tamiri için çalışma Heritage Workshop ekibi tarafından yapılıyor. 11 saat ustası ve 2 mücevher ustasının çalıştığı atölyeye her yıl ortalama 2800 başvuru yapılıyor. Longines saatleri genelde aile büyüklerinden çocuklara kalan, eskidikçe daha çok kıymetlenen saatler olduğu için bu rakama şaşırmayın. Ancak bu başvuruların sadece yılda 1500 kadarı restorasyona alınıyor çünkü restorasyon maliyetleri hiç yabana atılır gibi değil. Bir saatin restorasyonu için saatlik emek ücreti 120 İsviçre Frangı yani yaklaşık 5000 TL. Öte yandan saatlerin restorasyonu ortalama 4-5 ay alıyor ve atölyede çalışan her bir kişi, tek bir saatin baştan sona restorasyonundan sorumlu oluyor.
Bu atölyede elbette Longines’in Osmanlı için 1908 yılında ürettiği, dünyanın ilk çift zamanlı kadranına sahip “İstanbul saati”nin parçaları da var. Bu saatin özel kadranını da görüyoruz. Florian Jestin, bugün eğer bu saatin yeniden yapılması ya da renove edilmesi istenirse maliyetinin ortalama 10.000 CHF olacağını söylüyor. (Yaklaşık 415 bin TL)
Bir Longines saatin nasıl yenilendiğini, parçalarının nelerden oluştuğunu öğrenmek isterseniz bu videoyu izleyebilirsiniz.








SAAT ATÖLYESİ
Sonraki durağımız, bir kol saatinin parçalarının bir araya getirilip son kontrollerinin yapılışına tanık olduğumuz atölye. Bu kez bizi çok genç yaşlardan beri burada farklı pozisyonlarda çalışan, şimdi saat ustası olan, Portekizli Emmanuel Mimoso karşılıyor. Önce atölyeye adım attığımızda yerlerin yapışkan olacağını fark edeceğimizi, şaşırmamamızı söylüyor: “Bu atölyede toz zerreleri en büyük düşmanımız. O nedenle tozun yerde kalmasını sağlamamız gerekli. Atölye günde 2 kez temizleniyor. Çalışanlar önlük ve çalışma ayakkabısı giymek zorunda” diyerek bize de önlük ve galoş uzatıyor. Böylelikle başıma geleceklerden habersiz, bir saat uzmanı olma hayallerimin ilk adımını atmış oluyorum: Longines amblemli saat uzmanı önlüğümü giyerek.

Atölyenin ilk bölümü parçaların birleştirildiği ve estetik konrollerinin yapıldığı bölüm. Saatlerin yapım aşamalarının tamamı İsviçre’de gerçekleşiyor. 100 kişinin çalıştığı atölyenin %80’i kadın. Bunun sebebi kadınların daha dikkatli ve daha sabırlı olması. 10 kişilik rotasyonlar şeklinde çalışılan atölyede her bir çalışan, rotasyonuna göre tek bir iş yapıyor. Mesela bir hafta ya da bir ay boyunca sadece saatlerin bezelini yerleştiriyor sonra kendi seçimi ile başka rotasyona geçiyor. Bu şekilde hem uzun süreli aynı işi yapmanın getireceği dalgınlıklar önleniyor hem de işin her yönünü aktif olarak bilmek ve hatırlamak mümkün oluyor. Bu sistem, markanın üretim manifestosunun da temeli aslında: daha fazla çeşide değil, daha iyi yapabildiğine odaklanmak. Atölyede her masa aynı şekilde ışık alıyor, çalışanların kendi alanlarındaki görüş alanları aynı. Her sene çalışanlara muhakkak göz taraması yapılıyor.


İlk olarak ibrelerin kadrana yerleştirilmesini izliyoruz. Muazzam bir ustalıkla o peri kanadı inceliğindeki ibreler kadrana yerleştirildikten sonra önce kurma kolu (crown) sonra kasa ve bezel (saat camının çerçevesi) yerleştiriliyor. Ancak burada önemli bir kontrol var: İbrelerin birbirlerine değip değmediği, doğru açılarda bulunup bulunmadıkları kontrolü. Bunun kontrolünü sağlayan belli saat aralıkları var: saat 3, saat 6, 9 ve 12. Parçaların tamamı birleştirildikten sonra tüm saatler gece yarısı 12’ye ayarlanıyor.

TOZ OLAN HAYALLER
Kurma kolunun yerleştirilip hareketinin sabitlenmesi ve bunun kontrolünün özel bir tornavida ve emiş cihazı ile yapılması oldukça hassas bir süreç çünkü su geçirmeyen saatler için daha sonraki adımlarda bu işlemlerin doğru yapılmış olması kontrollerin kusursuz tamamlanmasını sağlıyor. Kontrollerin ilk aşaması estetik kontroller. Kusursuzluğun ilk adımı diyebiliriz. Bu kontrollerin aşamalarından birini deneyimlemek için atölye masasına geçip tamamlanmış bir saati elime alıyorum. Benden önce yaşı oldukça ileri olan uzman saati kontrol etmiş ve kadranda, normal bir gözün görmesinin pek mümkün olmadığı milimetrik bir çizgi fark etmiş. Bir toz zerresi olabileceğini düşündüğü “kusurun” nerede olduğunu söylemeden benim bakmamı ve bulmamı istiyor. Parmaklarıma plastik koruma aparatlarını geçiriyorum, dikkatlice bakıyorum, yakınlaşıp uzaklaşıyorum, ışığın farklı açılarına bakıyorum ancak uzmanın yaklaşık 10 saniyede gördüğü çizgiyi göremiyorum… Bir saat uzmanı olma hayallerimin toz olup zamana karıştığı o an, işin ustalarına daha çok saygı duyarak ayrılıyorum atölyeden.

Sonraki aşama modellere göre değişse de kontrollerden oluşuyor. 220 saat aynı anda şarj ediliyor, hava ve su basınç testi, su geçirmezlik testleri, kalibrasyon, tamamen ses geçirmez ortamda yüksek kalite mikrofonlarla 2 uzman tarafından gerçekleştirilen kronomometre kalite testi, bilekteki duruşun farklı yönlerine uygun olarak denenmesi gibi farklı kontrol aşamaları yapılıyor. Üretilen saatlerin %99’u hasarsız çıksa da en baştan yapılması ya da tamamen imha edilmesi gereken saatler olabiliyor uzmanın anlattığı kadarı ile. Mesela su geçirmezlik testinden kalan saatlerin yeniden yapılması oldukça zormuş çünkü su lekesini temizlemek kolay değilmiş. Testlerden geçme oranları yeni modellerin ilk üretim dönemlerinde biraz daha düşük olabiliyormuş haliyle.
Tüm bu bilgileri edindikten sonra fabrikanın her bir camından farklı güzel bir dağ manzarası görünen katlarından geçip saate bakıyoruz: Öğle yemeği zamanı. Burada her şey dakik ve tıkırında.

Bir sonraki yazıda, ünlü Longines Müzesi ve arşiv odası var. Longines CEO’su Mattias Breschan ile sohbetimiz ise haftaya burada olacak. Tabii ki Longines’in doğduğu Neuchâtel bölgesini de birlikte gezeceğiz, takipte kalın!