Dizi sektörü hayli çalkantılı bir süreçten geçiyor. Kriz herkesi vurdu. Bugüne dek yazın gelişi, fragmanları bir bir önümüze düşen yaz dizilerinden belli olurdu. Ancak bu yıl öyle değil. Yaz dizilerine kısa bir mola verilen bu sezon belli ki çok dolu geçmeyecek. Yine de gündüz kuşağını saran hit diziler, mevsim dönümünün hâlâ hatırlatıcısı. Muhakkak yaz işlerinin yokluğunun da etkisiyle, döneminde çok konuşulmuş kimi dizileri prime time’larda da görmeye başladık.
Geçtiğimiz günlerde uzun zaman sonra televizyonla yeniden muhatap olurken, başrollerde Özcan Deniz ve Aslı Enver’in oynadığı, gerçek bir hayat hikâyesinden uyarlanan İstanbullu Gelin’e denk geldim. Yayınlandığı yıllar, belli aralıklarla göz attığım bir diziydi. Youtube’da karşıma çıkan sahnelerini bazen rastgele izlediğim de olurdu. Hoşuma giden bir iş olduğunu tekrar hatırladım. Sonra algıda seçicilik mi bilmem, sosyal medyada da İstanbullu Gelin’e verilen referanslar ve dizi kritikleriyle daha sık karşılaşmaya başladım. Özcan Deniz’in otoriter bir anne figürü çatısı altında yaşayan zengin bir iş adamı rolünde olduğu bu dizi, onunla evlenip aileye giren Süreyya’nın hayat mücadelesi bağlamında toplumsal cinsiyet odaklı tartışmalara zemin hazırlıyor. Güncelliğini koruması biraz da çeşitli mekân ve zamanlara adapte olabilme potansiyeline bağlı. Halihazırda “Faniler” adlı kurgusal bir tarikatın mensuplarıyla seküler bir ailenin yollarının kesişmesi ekseninde kurgulanan, yarattığı çatışmalı evreniyle Türkiye’nin toplumsallığını da izleyen Kızıl Goncalar da ortalığı kasıp kavuruyorken Özcan Deniz’in gündemin ortasına düşüvermesi kaçınılmaz oldu.
İzlemekten keyif alıp almadığım konusunda genelde kararsız olduğum ancak hayranlık duyduğumu da bildiğim bu ismin (Özcan Deniz) şarkılarını da yine uzun bir aradan sonra, yeniden dinlemeye başladım. Akış beni Ses ve Ayrılık’tan Hediye’ye, Bi’ Düşün’den Asmalı Konak film müziklerine kadar götürdü. Ve sonra içimden yükselen bir ses bana, Asmalı Konak’ın, yayınlandığı yıllarla sınırlı kalmadığını, seneler sonra filmi çekilecek denli büyüyen bir varlık kazandığını hatırlattı.
Asmalı Konak’tan Kızıl Goncalar’a
Özcan Deniz 1972 doğumlu. Ankara’da doğup çocukluğunun ve gençliğinin ilk yıllarını Aydın’da geçirmiş. Hikâyelere, tiyatroya ve müziğe yatkınlığını da yine bu dönemlerde keşfediyor. Orkestra solistliği, ses yarışmalarına katılıp elde ettiği dereceler, hayallerinin peşinden İstanbul’a geldikten sonra soluğu Almanya’da alması ve Münih’te keşfedilişi… Televizyon programlarına çıktıkça sinema sektörünün de ilgisini çekmeye, fark edilmeye başlıyor. Sonrası Memduh Ün’ün Ona Sevdiğimi Söyle filmi…
Müzik kariyeriyle oyunculuğu kol kola götürüyor. Hikâyesini kendisinin yazdığı çok sayıda işte yer alıyor. Ama yıldızını asıl parlatan, müzikteki ivmeyi oyunculukta da yakalamasına vesile olan şey Asmalı Konak. Bir de tabii Neredesin Firuze. Sonrasını Haziran Gecesi takip ediyor. İki işte de oyunculuğun yanı sıra, yazdığı hikâyeyle var olması, kariyer yolculuğuna dair bir şey söylüyor. Çünkü multidisipliner bir kariyer, her zaman işlemeyebilir. Yazar, oyuncu, yönetmen ve yapımcı kimliklerini bir arada taşımak, üstelik bunların yanında çoktan katedilmiş bir şarkıcılık yolu, işleri karmaşıklaştırabilir. Fakat Özcan Deniz’de öyle olmuyor. Dahil olduğu işler, adından söz ettirmeyi hep başarıyor. İlk yıllarından bugüne, gündemde olmayı, kalıcı bir yer edinmeyi biliyor. Oyunculuğundan övgüyle bahsedebilir miyiz bilmiyorum. Fakat meziyetlerini göz ardı etmek haksızlık olur. Anlatmak istediği hikâyelere sahip çıkan ve oynayacağı karakterleri çok iyi kavrayan biri. Bence etki gücü biraz da buradan geliyor. Onu izlerken “üst düzey” bir oyuncu diyemiyorum ancak yaptığı şeye iknayım. Çünkü o da ikna. Algıları açık ve neyi, neden oynayacağını çok iyi biliyor. Hikayeci, müzisyen ve yapımcı kimliğinin kuvvetiyle birleştiğinde, oyunculuğundaki kusurlar pek göze batmıyor. Dahası alıştıkça kendinizi onu seyretmekten keyif alırken buluyorsunuz. Kuşkusuz bunda oyunu “doğru” projelerden yana kullanma becerisinin de etkisi var. Öyle ya, bugüne dek giydiği neredeyse her karakter, üstüne tam oturdu.
2002-2003 yıllarının ikonik dizisi Asmalı Konak, o dönemin genç ve yetişkinleri tarafından çok konuşulmuş, bittikten sonra bile dillerdeki varlığıyla kuşaktan kuşağa aktarılmıştı. Özcan Deniz’in canlandırdığı Seymen Karadağ, Kapadokya’da yaşayan, geleneklerine bağlı köklü bir ailenin oğluydu. Dizinin hem oyuncu kadrosuna hem de yapım ekibine bakıldığında Asmalı Konak; Özcan Deniz’in 1996’dan beri çeşitli film ve dizilerle ufak ufak inşa ettiği oyunculuk kariyerinde yıldızını parlatan ve yolunun bundan sonrasına dair büyük ipuçları taşıyan bir iş kuşkusuz.
Zaten bu noktadan itibaren, kendi sesini ve hikâyelerini duyurma arzusuna ket vuramaz hâle geliyor. Böylece hikâyesini yazdığı Neredesin Firuze’nin yolculuğu başlıyor. Şarkıcılığıyla oyunculuğunun birleşimi olan ve zaten “benim hikâyem” dediği bu iş; tüm zamanlara ait oluşu, yani zamansızlığı, nefis bir ritimle birbiriyle ilişkilenen oyuncuları, Ezel Akay’ın ilk uzun metrajı ve kültleşmiş diğer pek çok işinin de yapı taşı olma niteliğiyle apayrı bir yerde duruyor. Tanıdığım birçok insanın dönüp dönüp tekrar izlediğini bildiğim ve “en sevdiğin film” sorularının en işlevsel cevaplarından olan bu filmin tohumlarını Özcan Deniz’in ekmiş olması da işin başka bir boyutu. Hatta belki bir yanıyla, bu yazının özü de.
2000’lerin başından 2020’lere kadar Özcan Deniz, bir işten öbürüne emin adımlarla koşmuş. Bu esnada şarkıcılıkla olan ilişkisinin seyreldiği ve günümüzde kendini daha çok oyuncu kimliğiyle var ettiği de bir gerçek. Her ne olursa olsun, tüm kuşaklarca tanınırken “boomer” olmamayı başardığı ve dönemin değişen ihtiyaçlarının takibini isabetlice yapabildiği ortada. Hem Kaderimin Yazıldığı Gün, İstanbullu Gelin ve güncelde Kızıl Goncalar gibi, 2010’lar sonrası oynadığı diziler; hem de yine aynı yılları kapsayan filmleri için geçerli bu. Sinema işlerinde bir alternatiften ziyade popüler olanın peşinden, stratejik denilebilecek hamlelerle gittiği aşikar. Fakat popüleri kovalamak, her zaman o kadar da kötü bir fikir olmayabilir. Kaldı ki yazıp yönettiği, Gain’deki işi Senkron, distopik bir gerilim. Bu anlamda da Özcan Deniz’e dair alışılan yapımların ötesine geçiyor ve onu, seyirci kitlesiyle nasıl ilişkileneceğini bilen, aktif zihinli biri yapıyor.
Hem eğlence hem sanat sektörü doğru ata oynamaktan başka çarenin kalmadığı, PR’ın zaman zaman yanılttığı ve sürdürülebilirlik için de yetmediği bir kumar alanına dönüştü. Her şeyi hızlıca tükettiğimiz günler. Kısa süreli şöhretlerin, çabuk parlayıp çabuk sönen yıldızların devri. Böyle bir arenada Özcan Deniz, yaptığı işe her zaman tutunması ve sağladığı istikrarla bir şekilde eskimiyor. Talihsiz, vasat altı projeleri de var ancak onu, o projelere indirgeyemiyoruz. Öyle ya da böyle, kabul ediyoruz. Herkesin onun hakkında edecek üç beş kelamı var.
Sevenler, sevmeyenler, sevdiğini gizleyenler, oyunculuğunu beğenmeyen ama şarkılarını dinleyenler, şarkılarını sevmeyip dizilerini izleyenler… Her halükarda mevcudiyeti oldukça net ve işin aslı, canım konser vermesini çok istiyor. Ben şarkılarını döne döne dinlemeye meyilli olanların tarafındayım.