Onur, Fatih Metin Demirkol’un kamerasına poz verirken aklımda bir oyuncunun fotoğraf makinası ile ve gazeteci sorularıyla barışık olmasının önemi vardı… Bu, oyuncu olmanın, işin önemli bir parçası iken çoğu oyuncu için korkutucu, kaçındıkları ya da sıkıldıkları, sevmedikleri bir iş. Belli ki ONur için öyle değil. Kamera karşısında profesyonelliği karşısında o kadar sesli “harika” diye bağırdığımız anlar oldu ki o an oyun provasında olan ekiplerden sessiz olmamız için uyarı aldık! Neyse ki sessizlik işin soru-cevap kısmında geçerli değildi. Onur röportajda çekimser olmadığı için sadece görsel doygunluk veren bir röportaj çekimi olmadı bu. Bu yüzden hem Onur Ünsal’a profesyonelliği hem de köpeği Kuko’ya çekim boyunca arkadaşlığı için teşekkür ederiz!

UMAMİ
Umami" filminde canlandırdığın Çekdar karakterini anlatabilir mis? Nasıl tanıştın bu karakterle, canlandırırken neleri öne çıkarmak istedin?
Çekdar öfkeli biri. Mutfaklarda ocakçılar biraz gergin olurmuş zaten. Sıcaktan dolayı. Ben de sıcakta çok bunalan biriyim. Tanışır tanışmaz doğru cast olduğunu anladım. Ayrıca şefi Sina (Burak Deniz) tarafından ihanete uğramış gibi hissediyor. Gecenin de zorluğunu birleştirince en öne çıkarmak istediğimiz şey net gerginlik oldu.
Öncesinde mutfağa, et pişirmeye dair kısa bir eğitim aldın mı yoksa zaten mutfakta iyi olduğunu söyleyebilir misin?
Mutfakta iyiyimdir. 40 yaşına gelmiş bir bekarım ve ev yemeğini çok severim. Günümün çoğunu alışveriş ve yemek yapmakla harcayan biri oldum. Dolayısıyla fena sayılmam. Ama ne yalan söyleyeyim etten hiç anlamam. Neredeyse vejeteryanım diyebilirim… Çok az tür et yiyorum. Yemek yiyebilmek için spor yapan biriyim. Yerim. Ama İzmirliyim ve otçul sayılabilirim. Filmde pişirmek zorunda kaldığım etleri değil pişirmek, yiyemem bile. Dolayısıyla evet bunun için eğitim aldım.
Filmin çekim süreci nasıldı?
Umami çok eğlenceliydi. Emre Şahin’in seti çok keyifli zaten bunu çalışan herkes söyler. Çekimi yapacağımız restoranda gündüz eğitim alıp, akşam gerçek şefleri çalışırken izleyip, restoran kapandığında tekrar girip filmin provalarını yaptık. Bu süreç gerçekten çok lezzetliydi. Tek plan olması sebebiyle tüm ekiple aynı anda aynı mekanda çalışıyorduk. Eski dostlarım, yeni tanıştıklarım derken muhteşem bir 1 ay geçirdim. Bence burada cast seçimi başarısının da katkısı büyük. Harikaydı.
Yemek yapmak bir performans sanatı olarak görülebilir mi? Şeflerin sahnedeki oyuncular gibi bir hikâye anlattığını düşünüyor musun?
Açıkçası hikaye anlatan çok yemek gördüm. Hakikaten bitmez tükenmez bir konu bu yemek. Sonsuz şey anlatıyor tüm tabaklar. Ama sanat bir zanaatin iyi yapılmasına verilen bir isim değildir. Sanatlaşmak başka bir şey. Ben 20 yıldır yüzlerce kere sahneye çıktım daha kendime sanatçıyım demedim. Bir şeye sanat demek için farklı özelliklere ihtiyaç vardır. Hiçkimse de sanat yapmak zorunda değildir. İyi yemek yapmak sanattan çok daha zor da olabilir. Gerek yok böyle demeye bence.
O halde bir oyuncunun performansı da tıpkı bir yemeğin lezzeti gibi kişisel mi, yoksa kolektif bir çabanın sonucu mu?
Performans çok kişisel evet. Ama o kişisel şeyi sergileyebilmeniz için ekibin size çok dikkatli ve ince bir çizgide konsantrasyon sağlaması, sizi kollaması gerekir. Üstelik o performans için yazar, yönetmen, oyunculuk öğretmenleriniz, entelektüel kafa açıcı insanlar vs.. gibi bir tornadan da geçmeniz gerekir. Sonuçta kişisel bir performans için kolektif bir çaba harcanır yani.
.jpg)
MUTFAK VE DUYGULAR
Mutfak, filmde hem bir savaş alanı hem de bir ev gibi görünüyor. Mutfakta geçen bu çatışmalar gerçek hayattaki insan ilişkilerini nasıl yansıtıyor?
Valla insan kendini zor zamanında tanıtırmış. Mutfak, hele hele işlettiğin bir mutfak o kadar zor ki... İnsanın kişiliği sınanır yani. Bir yandan 400 derece sıcak, bi yandan yetişmeyen sipariş, aksilikler, müşteri şikayetleri, takınmanız gereken tavırlar her gün her gün her gün. Oyunculuk daha kolay. Çok iyi anlaşmalı ekip, sahne üstünden farkı yok. Hem becerikli, hem kriz anlarında doğru davranan, hem uyumlu hem de çalışkan olmanız gerekiyor. Hele öfke kontrolü… Hiç bizlik bir meslek değil di mi?
Mutfaktaki otorite ve hiyerarşi bana her seferinde çok tuhaf ve arkaik geliyor. Sence bu tür otoriter yapılar sürdürülebilir mi, yoksa zamanla yıkılmaya mı mahkûm? Ya da sadece bazı yerlerde işleyiş için gerekli mi?
Gerçekçi mi olsam idealist mi? Ben hiyerarşiden yanayım. Bu toplum yapısı ve bu işleyiş bana hiyerarşik olanın daha sağlıklı işlediğini öğretti. Hiyerarşi olmasaydı bu film de çıkmazdı, Moda Sahnesi de çoktan kapanmıştı.
Bu kadar yoğun duyguların olduğu bir filmi çekerken, sette de bu gerilimi hissettiniz mi? Oyuncular olarak o atmosferi yaşamak sizi nasıl etkiledi? Oyuncu olarak bu kaotik atmosferin içine girmek ve çıkmak sizin için zor oldu mu?
Hemen hemen benzer bir kaosu yaşadık diyebilirim. Sette oyuncular ve çalışanlarla 100’den fazla insan aynı anda, aynı yerde, aynı şeyi başarmaya çalışıyor. Tek bir yanlışın bile telafisi yok. Bunun gerginliğini herkes iliklerine kadar hissetti. O yardımcı yönetmenlerin en ufak bir aksilik olasılığını gördüklerinde yaşadıkları şeyi gördüm. Tek plan 110 dakika restorancılık filmi çekmek, hele hele yemeklerde hiç hile olmaması çok gergindi. Ama seçtikleri oyunculara bakın Burak Deniz, Osman Sonant, Öykü Karayel, Nergis Öztürk, Ulvi Kahyaoğlu ve bir çok kişi ve yardımcı oyuncularımız… Çoğu tiyatronun kaosuna hakimdi. Zor oldu evet ama mesleğimiz zaten bu.
Dışarıda yemek yeme deneyimin bu filmle değişti mi?
Değişti.. Bir kere ‘fine food’ un derinlerine daldık tabii ( gülüyor). Bir sürü şef tanıdım onların restoranlarına gidip yemek yedim. O kadar çok yeni yemek öğrendim ki! Hatta neredeyse sağlıksız yemeği artık hayatımdan tamamen attım diyebilirim. Bu sebeple artık dışardan çok az yiyorum. Besin değerlerine ilgim arttı. ‘Super-food’ tüketmeye çalışmaya başladım. ‘Kalkışma girişimi’ gibi oldu ama çok zor bi konu super-food bulmak ve sürdürmek. Bakalım. Uçak kazasında öleceğimi biliyorum ama yine de sağlıklı yemek konusunda tırmanıştayım diyebilirim.

TİYATRO
Tiyatroya gelirsek, Moda Sahnesi'nin kuruluş sürecini ve buradaki devam eden deneyimlerinden bahsedebilir misin?
Tiyatroya gelelim tabi zaten hiç gitmiyoruz ordan. Moda Sahnesi 2013 Eylül’ünde açıldı, artık 11 yıllık bir tiyatro. 12 ortak giriştik, 8 ortak kaldık. Buradaki deneyimlerimi paylaşmam mümkün değil. Nereye sığdıracağımı bilemem. O kadar çok şey yaptık ve yapıyoruz ki! Oyunlar, okumalar, izlemeler, seminerler, konserler, stand-up’lar, provalar, provalar provalar. Bağımlısı oldum, yalan yok. Bu hayattaki en büyük lüksüm ve başarımdır Moda Sahnesi. Öznesi olan herkes benim için çok kıymetlidir, tüm ortaklar. Teknik ekipler, tasarımcılar, haklar hukuklar,eylemler, sendikal mevzular, kooperatifler, telifler, platformlar, etik tartışmalar, Ortakların bilgisi becerisi olmasaydı altından kalkabileceğimiz bi iş değildi bu bizim için. 10 sene sonunda mekan kütür kütür. Şimdi deli gibi metin sahneleme vaktidir benim için. Gururluyum, minnettarım.
Hamlet" gibi klasik oyunlarda rol almak ve bu oyunların hâlâ izlenmesi oyuncu olarak sana ne ifade ediyor?
Klasikler candır. İnsanları sıkan klasikler değil, kötü sahnelenmiş halleridir. İyi edebiyatın sizi bayması imkansız. Kötü bir versiyonu sizi bayar. Hamlet 8 yıl oynadı. Covid sebebiyle bitti. Seyircisi hep doluydu. Klasik oynamak da izlemek de gayet mümkün ve hala çok geçerli. Bir klasiğin neden klasikleşmiş bir eser olduğunu kavramaya yaklaşmak çok önemli bir entelektüel gelişimdir bence. “Ben Hamlet’i kavradım, artık bana tamam” demem imkansız. Hâlâ düşünüyorum. Öğrencisiyiz bu gibi eserlerin bence hepimiz. Bu hayattaki en güzel oyuncaklarımız bunlar.
Tek kişilik oyunununun alkışları mı bir ekiple sahnelenen oyunun alkışları mı daha doyurucu?
Ekiple. Arkadaşlarınla beraber bir şey başarmış olma hissi mükemmel. Eşsiz ve özel varlıklar olduğumuz fikriyle büyümek bunu bize unutturuyor. Çok üzücü. Ekip olabilmenin size yapacağı şeydir eşsiz olan. Evde ya da kulaklıkla müzik dinleyebiliyoruz evet. Peki neden konser ya da event için deliriyoruz? Neden aynı anda herkesle yapmak istiyoruz? İnsanız çünkü. Ekipçiyim ben.
Neredeyse her konu gibi tiyatroda da yaralıyız ya; Türkiye’de tiyatronun bağımsız kalabilmesi için ne gibi yapısal değişikliklere ihtiyaç var dersin bir tiyatro işletmecisi olarak? Devlet destekleri yerine alternatif finansman modelleri geliştirmek mümkün mü?
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Model genel olarak bellidir. Devlet doğrudan destek vermez çünkü sanat bağımsızlık talep eder. Devlet kanunlarla sanatı destekleyen kurumlara destek verir. Bu kurumlar verdikleri destek ölçüsünde devletten vergi indirimi alır gibi... Devlet kendisi destek de verir tabi. Ama yine kendi içinde bağımsız kurumlar oluşturmak zorunda. Devlet tiyatrosu ya da örneğin çekilecek filmler için dağıtılan ödeneklere bakınca bunu siz de kolayca anlayabilirsiniz. Sanat bağımsız kurumlarla korunmalı. Bir ticaret faaliyeti olmaması gerektiği gibi, kültür ve turizm faaliyeti hiç değildir.

Oyuncunun risk alması mı, yoksa popüler kalması mı daha önemli?
Bir oyuncunun kendi ölümünü tahayyül etmesi gerekir. Onun artık yaşamadığı bir dünyanın çok yakında gerçekleşeceğini tahayyül etmesi gerekir. Bu tahayyülden sonra risk almıyor olması kendisine iyi gelmeyecektir.
Bir karakteri oynarken onu tamamen anlamak mı, yoksa onunla çatışmak mı daha ilginç?
Ben Kemal Aydoğan’a katılıyorum. Rolden daha akıllı olacaksın. Tiyatroda oynadığım çoğu karakter çok negatif karakterler. Anlaşıp çok sevdiğimiz karakterlerle zaten sanat da oluşmuyor.

