5 Kasım Salı, sabah saat 11.00 suları. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Birkaç mesaj alıyorum, sonra sosyal medya paylaşımları… Böyle haberler çabucak yayılır. İrfan Alış ölmüş. Peyk’in İrfan’ı.
Yıldız’ın ikinci temsilindeyiz. Müge (Orkun) gelmiş. Oyun sonrası terasta oturuyoruz. Peyk’ten, Hamiyet’ten ve turnelerden bahsediyor. “Hamiyet’e gelin lütfen” diyor, “bekleriz.” Gelelim. “Konserlere de gelin.” Tabii, ona da gelelim. 29 Kasım Hamiyet müzikalinin plak lansman konserine gitmeye o sırada karar veriyorum. Bizimkilere hemen söylemiyorum. Daha epey var, vakti geldiğinde konuşuruz. Bazı şeylerin vakitsiz olabileceği o an aklımdan çıkıyor.
Küçükken, hayatımızdaki herkes yaşar; ölenler ise çoktan ölmüştür. Anneannelerimizin anne babaları çoktan ölmüştür. Bir zamanların efsane futbolcuları, şarkıcıları, sinemacıları çoktan ölmüştür. Popstarlar, süperstarlar hâlâ yaşar. Anneannelerimiz hâlâ yaşar. Şahit olduğumuz ölümlerin sayısına baktıkça da büyüdüğümüzü anlarız.
Türkiye çok garip ve zor bir coğrafya. İnsanına bir türlü rahat vermiyor. Bir sürü huzursuz ruh, bu toprak parçasının üstünde dolanıp duruyoruz. Onu hem çok seviyoruz hem de ondan nefret ediyoruz. Ne onunla olabiliyoruz ne de onsuz… Ama bir şekilde buraya aitiz. Buranın hamuruyla yoğrulduk. Evimizi, eşimizi, işimizi burada bulduk. Hem geçmişine hem de bugününe baktığımda Türkiye’ye dair hep şunu düşünürüm: “Buranın bir şeylere sahip çıkmaya, birlikte sevinip birlikte ağlamaya dair müthiş bir potansiyeli var.” Yaşananların ağırlığı arttıkça öfke ve hayal kırıklığı da artıyor; insan pes etmeye ve birbirine kızmaya daha çok yaklaşıyor. Potansiyelin ne derece gerçekleşebildiği bu yüzden tartışılır. Politik iklim günden güne tepemize çökerken yapılacak şeyin “hep birlikte mücadele” olduğunu bildiğimiz halde umutsuzluğa gark olmamızı ve kuvvetsiz kalmamızı bazen anlayacak gibi oluyorum.
Türkiye, bir ortak anılar ülkesi. Bir sürü insan, kocaman bir kalabalık, farkında olmadan birlikte pek çok şey yaşıyor. Birileri aynı eylemde aynı dert için yumruğunu havaya kaldırıyor. Birileri aynı sinema salonundan aynı duygularla çıkıyor. Birinin çocukluğunun geçtiği sokağa öbürü yetişkinliğinde taşınmış. Birileri aynı maçta aynı tribünde yan yana duruyor. Sonra bir gün biriyle tanışıyoruz, “aaa o konsere ben de gitmiştim” diyor, “hayatımın en acayip gecesiydi…” Aynı anda yüksek sesle aynı şarkıyı söylemişiz. Müzik, bir araya getiren bir şey. Herkes boşuna onun evrenselliğinden bahsedip durmuyor. Hiç umulmayacak kişileri yan yana getirebileceği gibi bir de zihnimizde birtakım anılarla eşleşiyor. Bir araba yolculuğunda ansızın “ahh” diyoruz, “açma şu şarkıyı, bak yine o günlere gittim…”
Bugün bunları düşünüyorum. Bir şarkı. Bir anı. Bir ölüm. Bazı kayıplar, insana anılarını da yitirmiş gibi hissettiriyor. Resmiyette yetişkinliğe kavuştuğum günden beri İstanbul’a dair en çok sokakları, müziği ve şimdi her biri başka isimli yerler olmuş konser mekanlarını seviyorum. Peyk’i ilk dinlediğim günü, o gün hissettiklerimi hatırlıyorum. Bir el iç organlarımı sıkıyor. Şimdi bir sürü insanın, koca bir kalabalığın, yüreğinde benzer bir sıkışıklık hissettiğini biliyorum. İşte yine beraberiz.
Onu tanımıyordum; ama tanımaya çok yakındım. Görüyorum ki tanıyan tanımayan pek çok kişi bugün ondan “İrfan abi” diye söz ediyor. Ben de öyle yapacağım. İrfan abi, mücadeleye, gidilecek bir yol olduğuna ve oradan yürümeye inanırdı. Beraberliğe, beraber düşmeye ve güçlenerek beraber kalkmaya inanırdı. Sanırım hayatına dokunduğu herkeste derin bir iz bırakması biraz da bu inancından geliyor. Bu inanç, onu ve etrafındakileri saran bir gerçeklik olarak sanatına da yansıyor. Yüzüne baktığımda yürüdüğü yollar çiçeklerle donatılmamış, acıyı tanıyan, yine de kalbine umut tohumları ekebilmiş dirayetli birini görüyorum.
Bazı insanlar birbirine benzer. Benzer insanlar birbirini bulur. Hayatta her şey bir zamanlama meselesidir. Bazı karşılaşmalar bazı ortaklıklar getirir. Bazı ortaklıklar bazı bağları geliştirir. Bağlar emekle büyür, yeşerir. Tüm bunların toplamına hayat deriz. Bazen yaşamışızdır; bazen de hiçbir şeye benzemez, tadı tuzu yoktur. İrfan abi yaşamıştır. Yaşarken değdiği her şeye de bir tat bırakmıştır.