* Heja Bozyel tarafından gerçekleştirilen bu röportajın orijinali 14 Temmuz 2024 tarihinde T24 haber platformunda yayınlanmıştır. Buradan okuyabilirsiniz.
İkinci sezon için nasıl bir hazırlık yaptınız?
Tûba Büyüküstün: Benim daha önce hiç yaşamadığım bir deneyim oldu. Birinci sezon çekimleri ile ikinci sezon çekimleri arasında iki sene vardı. Ben, Tûba olarak iki sene büyümüşken, hayatımda yaşadıklarımla değişip dönüşmüşken; Ada karakterini bıraktığım yerden alıp devam ettirmek konusunda biraz zorlandım. Tûba olarak Ada’nın yaşadıklarına, Ada’nın duygu durumuna bakış açımın değiştiğini fark ettim. Ve bunu oturtma süreci benim için biraz meşakkatli oldu.
Nuran Evren Şit: İlk sezon yayınından sonra ikinci sezon hikayesine çalışmaya başlamıştım zaten. Sete çıkmadan yönetmenlerimizle her şeyin üzerinden beraber geçtik. İlk sezondan getirdiğimiz deneyimle, daha iyi hazırlandık diyebilirim. Zaten herkes sete dönmek için o kadar hevesliydi ki hazırlıklar da su gibi geçti.
Erdem Tepegöz: Çekimlerden daha önce Ayvalık’a gittik. Mekanlar ve Ayvalık’ın kendi dokusu zaten sizi görsel ve sinematografik olarak içine çekiyor. Mekanlar ve karakterler üzerine tüm ekiple yoğun zaman harcadık diyebilirim. Sevgili Evren ile de senaryo üzerine uzun uzun konuştuk çekim öncesi. Amaç en doğru duyguyu yansıtırken karakterin dünyasını bu sezonda da derinlemesine resmetmekti.
Burcu Alptekin: Standart ön hazırlık sürecimize ek geçen sezon yaptığımız karakter dizimlerimizi gerçekleştirdik. Geçmiş hikayelerin geçtiği dönemin duygusuna girebilmek için araştırdım biraz. Her hikaye başka bir dünya katıyor insana. Yeni katılan oyuncularla da geçen zaman ve kendi hayatları üzerine istişare ile yazılan karakterin üzerine organik yaşanmışlıklar eklemeye çalıştık. Bu projenin ön hazırlığı karşılıklı gerçekleşen içten sohbetler ve fikir alış verişi oldu genellikle.
Oyuncularla çalışırken ikinci sezonun farklılıkları nelerdi?
Nuran Evren Şit: Bu sezon oyuncularımızla yazdıklarım üzerine daha çok konuşma şansı buldum, onların da fikirlerini aldım. Artık o karakterler onlarla bütünleştiği için onların eklemek istediği şeyler varsa ona alan açmaya gayret ettim.
Özellikle Murat’la, Seda’yla, Tûba’yla hikayeyi doğrudan etkileyen paylaşımlarımız oldu. Benim için o kadar kıymetli ki, oyuncularımızın hikayenin ortağı haline gelmesi. Onların gözünde, bir ışık, bir pırıltı, bir damla gözyaşı gördüğüm zaman, hikayenin doğru akorda olduğunu anlayabiliyorum.
Erdem Tepegöz: Avantajları vardı diyebilirim. Sonuçta artık tanıdığımız karakterler bunlar ve duygusu daha net oturmuş. Diyalogları okurken bile, o karakterin sesini kulağınızda duyabiliyorsunuz. Ayrıca bu sezon biraz daha sokaklara, dışarıya çıkıldı ve müziklerde daha sıcak Akdeniz tonlarına gitmeye karar vermiştik.
Burcu Alptekin: Aradan geçen zaman karakterlerimize başka bir farkındalık, bakış açısı getirmiş ya da götürmüş olmalıydı. Saç, makyaj ve kostümlerle de tamamlamaya çalıştık. Ve aradan geçen zaman hepimize başka bir bakış açısı da getirmişti zaten.
Erdem Bey, ilk sezonu çok sevilmiş, çok konuşulmuş bir diziye dahil olmanın olumlu ve zor tarafları nedir?
Erdem Tepegöz: Sadece yönetmen değil; Zeytin Ağacı’nı çok seven bir izleyiciyim ben aynı zamanda. Bu açıdan projeye dahil olduğumda çok heyecanlanmakla birlikte bazı endişelerim de oluştu. Çünkü birbiriyle çok iyi anlaşan bir ekip ve büyük başarı göstermiş bir işe dışardan ve bir anda geliyor olmak biraz korkutucu olabiliyor sizin açınızdan. Uyum süreci ve güven sorunu olur mu diye bir baskı oluyor içinizde. Ama hiçbirini yaşamadım diyebilirim. Evren’in ve Burcu’nun tüm süreci benim için kolaylaştırması ve yanımda olması ile o baskıyı neredeyse hiç hissetmedim. Oyuncular ile de ilk hafta itibariyle çok güzel bir set süreci yürütmeye başladık.
İkinci sezonda kamera arkasında yeni teknikler veya yenilikler kullandınız mı?
Burcu Alptekin: Evet. Sadece karakterler ve kostümlerde kalmasın bu değişim dedik. 1.sezon hem renk, hem kameranın kendisi hem de müzik tarzımız, metropol yaşamının yansıması olarak daha keskin ve sertti. Karakterler git gel yaşıyor, hayatlarıyla ne yapacaklarını bilemiyordu. 2. Sezon da ise karakterlerimiz artık bir sahil kasabasına yerleşip hayatını tamamen değiştirmeye çalışıyor. Biz de müzikleri, kamerayı, color correction tarzını değiştirdik ve böylece seyirciye Ege’nin sıcacık renklerini görebilecekleri, daha sakin bir atmosfer yaşatmak istedik. Öyle de oldu. Her izlediğimde güneşi ve rüzgarı hissediyorum Ayvalığın yollarında yürüyorum sanki. Görüntü yönetmenimiz Ahmet Bayer şahane bir iş çıkardı. İyi ki var.
Erdem Tepegöz: Kendi oturmuş bir dili var zaten Zeytin Ağacı’nın, belki biraz daha dış mekanlar ve yolculuklar görsel olarak dahil oldu. Müzik kullanımımız daha sıcak tonlara yaklaştı ve biraz daha sıcak bir sinematografi baskın oldu diyebiliriz.
İlk sezonun başarısından sonra ikinci sezon için üzerinizde baskı var mıydı? Dizi çok konuşuldu, izleyici yorumları ikinci sezonu nasıl şekillendirdi?
Tûba Büyüküstün: Birinci sezon gösterime girdikten sonra müthiş bir başarı yaşadık. Netflix Türkiye’nin dünya çapında en çok izlenen işlerinden biri oldu Zeytin Ağacı. Bu bizde bir baskı yarattı mı? Bir baskı yaratmadı. Şunu hepimiz adına rahatça söyleyebilirim ki; izleyicilere keyifle izleyecekleri bir sezon daha vermek için çok heyecanlandık. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık, aynı birinci sezonda yaptığımız gibi. Umarım bu sezon da izleyicilerimizin kalplerine ve ruhlarına dokunuruz.
“İzleyici yorumları başımızın tacı”
Nuran Evren Şit: Baskı değil ama ilk sezonun üzerine koymak ve hayal kırıklığı yaratmamak adına ekstra bir titizliğimiz oldu. Dizinin aldığı tepkileri yakından takip ettik. Tahminimizin üzerinde bir ilgi ve kucaklanma oldu dünyanın her yerinden. Katıldığım bazı söyleşilerde -mesela Meksika’da-, “2. Sezonda ne olacak?” diye soranlara, “sizce ne olmalı?” diye sorduğumda aldığım cevaplar beni büyüledi. İnsanların hikâyeyi, karakterleri yorumlama biçimlerini, nasıl özdeşim kurup sahiplendiklerini doğrudan iletişimle algılamak bir yazar için bence işin en keyifli kısmı, en büyük ödülü. Onların yorumlarından etkilenmedim desem yalan olur. Ama bence Zeytin Ağacı kendi kendini yazan bir hikaye haline geldi. O yüzden artık şurdan ilham aldım, buradan etkilendim demek yerine, Zeytin Ağacı’nın kendisinden ilham aldım diyorum…
Burcu Alptekin: İzleyici yorumları iyisiyle kötüsüyle başımızın tacı. Bu sorunun cevabı tamamen Evren’de. Ama bu hikayenin kendine has, ait bir serüveni var, el alem ne der diye yaşamadığımız gibi, izleyici yorumları da hikayemizi şekillendirmemeliydi. Sadece seyirciyi memnun etmek için yapılan işlerde samimiyet, duygu eksikliği oluyor bence.
Evren, bir süredir küçük bir Hollanda kasabasında yaşıyorsun. Böyle küçük, sakin bir yerde yaşamanın, ülkeden uzak olmanın bu diziyi yazarken sana katkısı ne oldu? Kökleri daha çok sorguladın mı mesela? Ya da küçük ve huzurlu bir yerde olmayı daha iyi yansıtabildin mi hikâyeye?
Nuran Evren Şit: 3 yıldır Hollanda’nın güneyinde Gouda’da yaşıyorum. Kendimi çok güvende hissettiğim, konforlu, çok eski ama iyi korunmuş bir şehir diyebilirim. 220 yaşında tarihi bir evde yaşıyoruz. Binaların devamlı yıkılıp yeniden yapıldığı değil, var olanın korunduğu bir yer olması bile bana iyi hissettiriyor. Yazmak için ihtiyacım olan dinginlik, sessizlik, buranın doğal ritmi. İstanbul’da yaşarken çok daha kaotik bir hayatım vardı, yazmak için her kapandığımda dışarda bir şeyleri kaçırıyor olduğumu hissederdim, sosyal hayatım daha hareketliydi. Ama bir yerden bir yere gitmek bütün enerjimi alırdı, yazmaya mecalim kalmazdı bazen. Burada biraz daha kendimleyim, telaşsızım. Trafik derdinin hayatımdan çıkması büyük bir zaman kazandırdı bana. Herşeyi bisikletle halledebiliyorum. Zeytin Ağacı’ndaki gibi sakin telaşsız bir hayatı anlatmak için ideal bir ortamdayım yani. Ama arkadaşlarımdan uzak olmak, özellikle Zeytin Ağacı’nı yazarken büyük bir handikap. Bir de uzaktan baktığımda ülkemi daha iyi anladığımı fark ediyorum. Zaten kalben ve zihnen ayrılmış değilim Türkiye’den.
Dizide arkadaşlık temel olsa da anne-kız ilişkileri, aşk ilişkileri de büyük yer kaplıyor. Bunların dengesini nasıl sağladınız? Hem senaryo hem kurgu anlamında?
Nuran Evren Şit: Ada, Sevgi ve Leyla’nın hem beraber hem de ayrı ayrı uğraştıkları meseleler var. Üçünün de ilgi çeken ve farklı açılardan insanların özdeşim kurabileceği, farklı hikâyeleri olmasına gayret ettim. Gerçek hayatta nasıl hepimiz sadece aşk hayatımızla ya da sadece kariyerimizle uğraşmıyoruz, aile, iş, aşk, sağlık, kariyer, maneviyat, bunların toplamı bizim hayat dediğimiz yolculuğu oluşturuyor, Zeytin Ağacı da sadece ilişkilere ya da major bir çatışmaya/ trajik olaya dayanan bir dizi değil. Gülelim, eğlenelim, dağılalım gibi bir janrı da yok. Hayat gibi akıyor olması tüm yaratıcı ve uygulayıcı ekibin ortak hedefi. O yüzden de o denge kendiliğinden kuruluyor belki de.
Erdem Tepegöz: Kurgu bağlamında söylemek gerekirse, samimi duyguları güçlü bir şekilde yansıtabilmek için kurgudaki ritim ve oyunculuk performansı çok önemli oluyor. Bu açıdan oyuncuların karakterlerini yansıtma becerisinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Oyuncuların sahne performansları, duyguyu seyirciye geçirmek konusunda çok etkileyiciydi. Bu açıdan çok duygusal ve güçlü bir sezon olduğu kanaatindeyim.
“Anne-kız arasındaki düğümler"
Gerçekten de 3 ayrı karakterin yaşadığı çok gerçek buhranlar, mutluluklar var dizi boyunca. Kadınların arkadaşlığının gücü gerçekten bu kadar sağlam ve iyileştirici olabiliyor. Sizin de kendi hayatınızda benzer ilişkileriniz var mı?
Tûba Büyüküstün: Benim hayatıma kadın arkadaşlarım çok geç girdi. Hatta 30 yaşından sonra girmeye başladı diyebilirim. Her biri ile paylaştığım şeyler benim için çok özel ve hayatımdaki yerleri çok değerli. Zeytin Ağacı'nın en güzel taraflarından biri de bana Burcu, Evren, Seda ve Boncuk’u hediye etmesi oldu.
Nuran Evren Şit: Hayatta en minnettar olduğum ve gurur duyduğum şeylerden biri kadın arkadaşlarım. Yönetmenimiz Burcu onlardan biri. Yakın arkadaş çevrem bu diziyi yazarken en büyük ilhamım. Ada, Sevgi ve Leyla kadar iç içe yaşamasak da, - ki bu müthiş bir fantezi olurdu, hayat çok kolaylaşırdı :) -kendimi bildim bileli çok yakın kadın dostlarım hayatta hep ilhamım ve gücüm oldu. 20 yılı aşkın dostluklarım var, onlarsız kim olurdum bilmiyorum. Tûba, Seda ve Boncuk’la dizi sayesinde tanışmış olsak da, sanki onları da yıllardır tanıyorum, onlarla da yakın ve kalpten bir ilişkimiz olması Zeytin Ağacı’nın müthiş bir hediyesi bana.
Burcu Alptekin: Bu soruyla sık sık karşılaşıyoruz. Cevap tam da tatmin etmiyor kimseyi. Anlıyorum dünyanın geldiği nokta da böyle ilişkiler kurmak zorlaştı. Pandemiyle beraber insanlar daha da yalnızlaştı, sevgisizleşti. Ama evet muhteşem kadın dostlarım var. Her düştüğümde kaldıran, beklentisizce dinleyen, dizlerimde ağlayan, yeri geldiğinde gerçeğin tokadını suratıma yapıştırmaktan korkmayan. Dünyada sevmeyi bilen herkese yetecek kadar sevgi var, yeter ki sevmeye başlama cesaretini gösterebilsin. Evren’im iyi ki varsın.
Anne-kız ilişkisi hem çok yaralayıcı hem de çok iyileştirici olabiliyor -tıpkı dizideki gibi. Bu iki sezon boyunca siz kendi annelerinizle ilişkilerinize dair nasıl farkındalıklar/iyileşmeler yaşadınız?
Tûba Büyüküstün: Anne-kız ilişkisi, yaşanmadıkça anlaşılması mümkün olmayan bir ilişki. Birbirinizin en büyük aynası oluyorsunuz. Yeri geldiğinde en acımasızca eleştireni, yeri geldiğinde birbirinizin mentoru oluyorsunuz. Hayat içinde birbirinizle hiç görüşmüyor da olsanız, her gün görüyor ve konuşuyor da olsanız, bir daha birbirinizi göremeyecek de olsanız, asla kopmayan, devam eden bir ilişki. Galiba anne-kız arasındaki düğümler; birbirinize çok benzediğinizi ve aslında birbirinize hayran olduğunuzu, onda sizi mutsuz eden ve üzen şeylerin aslında sizde de olduğunu fark ettiğinizde çözülmeye başlıyor.
Nuran Evren Şit: Annemle çok yakın bir ilişkimiz var, o benim hem rehberim, hem dostum, yazma yeteneğimi ve pek çok şeyi ondan aldığımı düşünüyorum. Ve tabii ki bazı konularda çatışıyoruz. Bu diziyi yazarken anne kız ilişkisi üzerine bende gelişen bazı farkındalıklar oldu. Mesela anneme özellikle sağlığı ile ilgili baskı yapıp, akıl vermeye çalışmaktan vazgeçtim. Anne olan o, o kendisiyle ilgili kararları istediği gibi almakta özgür, benim ona müdahale etmeye çalışmam bir yerde haddimi aşmak oluyor. Nasıl ki anneler bizlerin artık yetişkin olduğumuzu kabul etmeli, bizler de onların hala ebeveynlerimiz olduğunu kabul etmeliyiz. Sevgilerine, bizleri koruyup kollamalarına, hayatımıza ve alanımıza müdahale etmeden orada olduklarını bilmeye çok ihtiyacımız var. Annemin yazdıklarımı izleyip beğenmesi, duygulanması, benimle gurur duyması ve hayatta bocaladığım üzüldüğüm bir konuda arkamda olduğunu bilmek, “Canını sıkıyorlarsa yapma, seni üzen bir yerde kalma, sen değerlisin” demesi bana çok güç veriyor.
Tûba Büyüküstün’ün dizideki evine aşık oldum-herkes olacaktır! O evi ve oradaki çekimleri anlatabilir misiniz? Çok konuşulacak sahneler olduğu kesin.
Tûba Büyüküstün: Biz, Ada’nın evini ilk sezonda görmüştük ve sizin de dediğiniz gibi hepimiz aşık olmuştuk. O evde günlerce çekim yaptık. Ada orada hem kavga etti, hem yeni bir Ada ile karşılaştı, aşık oldu, ayrıldı, sorguladı, güldü, ağladı. Bence bu evin mimarisindeki giriftlik ile Ada’nın hayatının akışı ve iç içeliği arasında müthiş bir benzerlik var.
Nuran Evren Şit: Ada’nın evi gerçekten rüya gibi, çok az dokunuşla o hale geldiğini biliyorum. Bazı sahneleri o bahçede oturup yazdım, bıraksalar orada yaşarım dediğim bir yer.
Erdem Tepegöz: Ada’nın evi gerçekten çok sinemasal. Sahneleri ve mizanseni kurarken de buna dikkat ettik. Hatta orada olmayan bazı sahneleri de evin içine almaya karar vermiştik. Daha güçlü bir duygu uyandırıyor diye.
Burcu Alptekin: O eve hepimiz hayran kaldık! 1.sezonda kızların bahçede orgazm muhabbeti yaptığı yer aslında orası. Mekanı görür görmez 2.sezonda Ada’nın bir evi olacaksa burası olur, ne olur ne olmaz sahneyi bahçede çekeyim dedim ve öyle de oldu. Evin kendine has bir tarzı var. Pek bir değişiklik yapmadan kullandığımız tek mekan diyebilirim.
“Aşk şahsına münhasır bir yanma şekli”
İlişkilerde kadının erkekten daha büyük olması konusu son zamanlarda sık çıkmaya başladı karşımıza. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Gerçekten aşk söz konusu olunca, -reşit insanlar arasında elbette- kimin büyük olduğu önemli mi ya da yaş sınırı olabilir mi?
Burcu Alptekin: Sınır zihnin bir oyunu bence. Aşk çok şahsına münhasır bir yanma şekli. Kimin yanarak dönüşüp, kimin kül olacağına hayat karar veriyor işte. Önce hayatı yeterince sevmek, sarıp sarmalamak gerekiyor sanırım.
Tûba Büyüküstün: Aşkın fiziksel sınırlardan daha büyük olduğunu düşünüyorum.
Nuran Evren Şit: Ben hikayeyi yazarken bu kadar popüler bir konu değildi. Bizden önce yayınlanan işleri görünce anladım ki, demek ki, buraları konuşacak hale gelmişiz ne güzel. İlişkide yaştan ziyade ruhsal ve tensel uyumun, hayata bakış açısının ve ortak hedeflerin önemli olduğunu düşünüyorum. Kadının erkekten büyük olmasını konuşmaya neden ihtiyaç duyuyoruz o da ayrı mesele. Erkeklerin 20-30 yaş genç kadınlarla birlikte olması, neredeyse gurur duyulup alkışlanacak bir şey gibi yansıtılırken, kadınların 5-10 yaş genç biriyle olması neden bu kadar acayip karşılanıyor anlamak mümkün değil. Herkes kendine seçtiği yolda, istediği kişiyle istediğini yaşama özgürlüğüne sahip, dış seslerin içimize bu kadar işlemesi de bizim aslında hislerimize güvensizliğimizin bir yansıması olabilir.
Erdem Tepegöz: İki reşit insan arasındaki ilişki bence yaşanan yıllar ile ilgili değil de, yaşanan hayat tercübeleri ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Tamamlanma duygusu da yaş ile aynı düzeyde olmayabiliyor. Aşk da bazen bu farklı tecrübelerden beslenebiliyor.
Hepimizin geçmişten gelen arazları, bazen farkında bile olmadığı arızaları vardır. Bunları fark etmek, yüzleşmek, iyileşmeye çalışmak bir sorumluluk mu sizce?
Tûba Büyüküstün: Bu bir sorumluluk değil, bir niyettir. Bunun hayatımızı nasıl yaşamak istediğimizle ilgili bir tercih olduğunu düşünüyorum. Hiçbir şeyin farkında olmak zorunda değiliz. Ama bir farkındalık geldiğinde, onun peşinden gitmek ya da onu görmezden gelmek tamamen insanın tercihine bağlı. Beyaz tavşanı ya takip edeceksiniz ya da onun önünüzden geçip gitmesini izleyeceksiniz.
Nuran Evren Şit: “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” demiş şair, bir şeyler öğrenemeyeceksek niye yaşıyoruz ki bunları? Kendi arızalarımızı fark etmek, yüzleşmek ve gidermeye çalışmak bazen çok zor geliyor. Hep başkası suçlu, hep dışarıdaki mesul, hep biz mağduruz gibi yaşadığımızda, travmalarımızı bugünkü sorunlarımızın bahanesi haline getirdiğimizde, hayattaki bütün gücümüzü başkalarının eline vermiş oluyoruz. Sanki bize dair bütün kararları onlar veriyor. Yetişkin olmak, sorunsuz olmak demek değil. Sorunlarla yüzleşme ve iyileşme cesareti gösterebilmek, bunun için çaba harcamak, emek vermek demek. Yoksa yıllarca çocukken başımıza gelenleri ya da yaşadığımız acıları anlatıp dururuz ve o yaralı çocuğu, o acıları ölene kadar yanımızda sürükleriz. Oysa hayatta her şeyden iyileşmek mümkün olmalı. Başka türlü yaşam arzumuzu kaybederiz. Ve yaşam çok kıymetli…
Burcu Alptekin: Bilmiyorum. Fark etmek ister istemez bir sürece sokuyor insanı. Ama hayatı yaşamak daha büyük bir sorumluluk sanırım. Sorumluluk kelimesi bir yük gibi geliyor kulağa. Hemen sırtıma bir ağrı çöktü bile :)
Erdem Tepegöz: Tabi ki bence öyle. “Kendini tanı” en eski öğretidir. Ayrıca insanlığı anlamak için kendi içine sor demiş Çehov. Buna inanıyorum. Kendi ile yüzleşmeden iyileşmek mümkün değil. Bu da 2 büyük yasa ile mümkün görünüyor. Kabullenme ve affetme yasası. Bu bize gerçek özgürlüğü ve gerçek sevgiyi veriyor. Hem kendimiz için, hem insanlık için bu yollardan geçilmesi zorunlu olduğu düşüncesindeyim. İyileşmek için affetmek ve kabullenmek zorundayız. Herkesi ve her şeyi.
Ama geçmişi, başkalarını “kabul etmek” öyle kolay değil. Bu dizi boyunca sizin “kabul etmek” için öğrendiğiniz yöntemler oldu mu?
Tûba Büyüküstün: Bu kavramlar Zeytin Ağacı dizisinden çok daha önce hayatıma girdi. Geçmişi veya başkalarını kabul etme olgusunun içinde bir kibir barındırdığını düşünüyorum. Geçmişi veya birini kabul etsen ne olur, etmesen ne olur? Hiçbirimiz birbirimizden daha üstte bir yerde durmuyoruz. Kabul edebileceğim ve değiştirebileceğim tek kişi kendimim.
Nuran Evren Şit: Her şeyi de kabul edemeyiz tabi ki. Çünkü biz kabul etsek de etmesek de olan olmuştur. Kabul etmek; onaylamak, haklı görmek anlamına gelmiyor. Ama ne olduğunu “görmek” önemli. Büyük resmi görmeye çalışmak önemli. Bugün hayattayız, olduğumuz kişiyiz, bu noktaya bizi getiren bütün olaylar, tüm sebepler ve sonuçlar büyük resmin bir parçası. Yok saymadan, inkar etmeden, geçmişte olanı görmek ve yüzümüzü kendi yolumuza çevirebilmek… En azından çabam bu yönde.
Erdem Tepegöz: Evet kesinlikle. Bu çok çetin bir savaştır kabul edebilmek. Çünkü egoyu yenemiyoruz. Çok zorlanıyoruz. Ne zaman ki karşımızdakini bizden farklı kabul etmediğimiz de bir şeyler değişmeye başlıyor. Fiko’nun Sevgiyi karşılıksız sevmesi veya bu üç kız arkadaşın ne olursa olsun birbirinin yanında olması, Leyla’nın babasını kabullenmesi aslında kader değiştiren ve kendimizi değiştiren yöntemler. Çünkü kabul edemediğimiz diğer kişi aslında bizim başka bir yüzümüz.
Burcu Alptekin: Nefes almak! Diyaframdan alınan derin nefesler gibisi yok. Derin bir nefes alıp kendine “ben ne yapıyorum? Nasılsın? Ne hissediyorsun? Bu his kimin?” sorularını sorup cevaplarla meşgul olunca başka kişi ya da şeylere takılmayı bırakıp kendi hayatına kanalize oluyorsun. Olanı olduğu gibi kabul etmeyip başkalarıyla vakit harcayınca hayat kaçıyor.
Tûba Hanım, ikinci sezonda karakterinizin yaşadığı en büyük değişim ne oldu?
Tûba Büyüküstün: Birinci sezondan beri Ada’nın yolculuğu, aslında hayatında çok emin olduğu "ben bunu asla yapmam" ya da "böyle yaparım" dediği yerlerin dağılmasıyla yüzleşmek oldu. Geçen sezon bu dağılma, hayata bakış açısı, işi ve sosyal hayatı ile ilgiliyken, bu sezon bu dağılmayı daha çok romantik ilişkilerinde ve insan ilişkilerinde yaşıyor.
Bir anne olarak anne olmamayı seçmiş ya da bu konuda kafası karışık bir kadını canlandırmak nasıl bir duyguydu? Annelik gerçekten de kadını tamamlayan, kutsal bir şey olmalı mı?
Tûba Büyüküstün: Anne olmanın tanımı ve anne olma fikri herkes için farklıdır ve yargılanmamalıdır. Ada karakterini canlandırırken, anne Tûba’yı yaşayarak Ada karakterini canlandırmadım. Orada anne olup olmamakla ilgili kafası karışık bir karakteri canlandırdım.
Peki kendi kökenlerin ve aile hikayen, dizideki rolünü nasıl etkiledi veya şekillendirdi?
Tûba Büyüküstün: Kendi köken ve aile hikayem beni ben yaptı; ben de kendi bakış açımla Ada karakterini canlandırdım :)
Nasıl bu kadar güzel kalabiliyorsun seneler geçse de?
Tûba Büyüküstün: Teşekkür ederim, hayat enerjim genç kalıyor galiba.
Kanser süreci dizinin en can acıtıcı hikayesi -benim açımdan. Bir insanın "tedavi olmamayı seçme hakkı" konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tûba Büyüküstün: Bu hayatı bir kere yaşıyoruz. Zaten özgürlüğümüzün sınırlı olduğu bir dünya içinde yaşarken, kendi hayatımızla ilgili karar almak en doğal hakkımız.
Nuran Evren Şit: İnsanın iyileşmek için seçebileceği tüm yolları bilme, bunlar arasında tercih yapma ya da yapmama hakkı var. Bu tercihlere saygı duymak çok önemli. Hasta olmak kadar, hasta yakını olmanın da çok çetrefilli tarafları var. Ne yazık ki hasta yakınları, ne yapacakları, nasıl destek olacakları ya da kendilerine nasıl güç toplayacakları konusunda çok yalnız hissediyorlar. Burada bütün aileyi etkileyen bir durum söz konusu. Bu yüzden kritik kararların beraber alınması ve hastanın gerçek ihtiyaçlarına karşı hassas olunması gerektiğini düşünüyorum.
Erdem Tepegöz: Hepimizin birbirine bağlı olduğunu düşünüyorum ve bunu biliyoruz artık bilimle. Bu açıdan böyle bir vazgeçmişliği yaşamış bir insanın sorumluluğunun hepimizde olduğu kanaatindeyim. Kabullenmek yerine onun seçme hakkı olduğu kadar, bizlerin de bu karardan onu vazgeçirmek için çaba gösterme hakkımız olduğunun da farkında olmalıyız. Ve aynı Zeytin Ağacı’ndaki gibi büyük bir arkadaşlık ve sevgi duygusu ile ruhsal bir tedavi sürecini de bilimle birlikte başlatmamız gerektiği fikrindeyim.
Burcu Alptekin: Hayat bizim. Hayatı yaşama sorumluluğu da bizim. Tabi ki kimsenin hayatına karışamayız. Ama yolu önerebilir, gösterebiliriz sonrasında verilen ya da alınan karara saygı duymak dışında yapacak bişey yok. Bu konu çok hassas başa gelmeden ahkam kesmek doğru gelmiyor bana.
İlk sezon sonrasında alternatif tıp yöntemlerinin etkisi çok konuşuldu. Bizim ilk sezon söyleşimizde Burcu Hanım “Ben Karadenizliyim, bizim coğrafyada kanserin uğramadığı aile yok. Bize artık çok normal. Yazarımız Evren Şit'in babası Cem Amca'yı kanserden kaybettikten sonra köken aile açılımınının, konuda olması fikri çıkmıştı. Evren yazmak istemişti ve ben de bu fikre aşık olmuştum. Bence yanlış umut diye bir şey yok. Hayatımız bize ait onunla ne yapacağımıza, neye inanacağımıza biz karar veririz. Fakat konu çok derin ve hassas, onkologlara danıştık, köken aile açılımı yapan danışmanlarımıza, terapistlere danıştık ve aramızda da çok tartıştık, içi boş hayallere kimseyi sürüklemek istemeyiz bu yüzden sürekli tıbbi tedavinin öneminin altını çizdik.” demişti. Bu sezonda Boncuk’u hiç Zaman Bey’in seanslarında görmeme sebebimiz bununla ilgili tepkilerden dolayı mı?
Nuran Evren Şit: Hikayeyi bir zaman aşımıyla açıyoruz. Açtığımız noktada Sevgi’nin Muko’yla arası kötü. Ailesiyle ilgili bir sırla yüzleş yüzleşti ve öfkeli. Dolayısıyla da aile dizimine gitmek gibi bir isteği arzusu yok. Bu hikayenin akışında çok doğal bir tercih, özellikle tepkilerden ötürü yaptığımız bir şey değil. Zaten ilk sezonda da Sevgi tıbbi tedavisini bıraktı ve tekrar hastalandı. “Aile Dizimi onu iyileştirdi” gibi bir yere gitmedi hiçbir zaman hikayemiz. Tepkilerin bir kısmı dizinin tamamını izlemeden verilmiş tepkilerdi diye düşünüyorum.
Burcu Alptekin: Hiç böyle düşünmemiştim. Sevgi’nin psikolojisi yüzündendi aslında. her şeye, herkese öfkesi, küskünlüğü vardı.
“Bir ilişki kaç şansı hak eder”
İlk sezonda “Why not coconut” “Sal gitsin” aklımızda kalan repliklerdi. Bu sezon daha ağır, daha sert. Bu sezonda hangi cümle kalsın istiyorsunuz aklımızda?
Tûba Büyüküstün: "Bu sefer kaçmıyoruz, bu sefer yolculuğa da çıkmıyoruz, bu sefer durmayı öğreniyoruz."
Nuran Evren Şit: “Bu sefer sal gitsin demiyoruz. Bu sefer sorunların içinde durmayı beceriyoruz, beraber.” Bu sanırım ikinci sezonun benim açımdan cümlesi.
Yine ilk sezonda Leyla ve Ada arasında "-Bir spin off olmaz mı diyorsun -Valla bizden hiçbir bok olmaz" diyaloğu var ama ikinci sezonda bir şans daha verildiğini görüyoruz. Bir ilişki kaç şansı hak eder? Ne zaman biter?
Tûba Büyüküstün: Keşke bilsem..
Nuran Evren Şit: Bitmiş bir ilişkide, tarafların dönüşmeyi değişmeyi başarmış olması lazım ki, yeni bir ihtimalleri olsun… Ada ve Toprak da bunu deniyorlar. Yeni halleriyle bir arada olmayı. Bir ilişki kaç şansı hak eder sorusunun cevabı içinde saklı bence. Çünkü ilişki şansa dayalı bir şey değil. Olgun bir ilişki zamanla, emekle, anlayışla, hayatın iniş çıkışlarına birlikte göğüs gererek oluşuyor. İyi gitmeyen bir ilişkiyi sürdürmek bir meziyet değil, iki insanın kabulle, zerafetle, yaralamadan, yormadan ayrılmayı başarabilmesi daha büyük bir meziyet... Sadece ilişki değil hayatın her alanında geçerli bence bu. Zarar gördüğün, mutsuz olduğun, sana iyi gelmeyen bir yere tekrar tekrar dönüyorsan ve karşı tarafın değişmesini umuyorsan, yüksek ihtimalle aynı hayal kırıklığını yaşarsın. İnsanın bazen kendi değerini kendi belirleyip, ona iyi gelmeyen bir tercihten zerafetle vaz geçmesi gerekebiliyor.
Diziye başlamadan önce birlikte aile dizimi deneyimlediğinizi söylemiştiniz. Yeniden yaptınız mı? Bu deneyim dizideki ilişkileri, karakterleri ve dizi setinin birbiriyle ilişkisini nasıl etkiledi?
Tûba Büyüküstün: Evet, ilk sezon yapmıştık. Bu sezon başlamadan önce yine ekipçe yaptık. Nasıl etkilediğini söyleyemeceğim çünkü yapmasaydık ne farklı olurdu bilmiyorum.
Nuran Evren Şit: Evet yine karakterler için bir dizim yaptık beraber. Yeni katılan karakterlerin ve yeni yönetmenimiz Erdem’in bunu deneyimlemesi projeye adaptasyonları açısından faydalı oldu.
Üçüncü sezon yurtdışında mı geçecek?
Nuran Evren Şit: Üçüncü sezonun olup olmayacağını ya da ne zaman olacağını henüz bilmiyoruz.
Aşk, ayrılık, arkadaşlık, Ayvalık: Zeytin Ağacı