Published in  
Güzel Rastlantılar
 on  
August 3, 2024

8. Çalı Köy Filmleri Festivali’nden Notlar

Türkiye’nin ilk ve tek kamplı/konaklamalı kısa film festivali olma özelliği taşıyan Çalı Köy Filmleri Festivali, bu yıl sekizinci edisyonuyla 26-28 Temmuz’da Bursa Nilüfer’in kırsal mahallelerinden biri olan Çalı’da gerçekleşti.
Tarih
3/8/24

8. Çalı Köy Filmleri Festivali’nden Notlar

Türkiye’nin ilk ve tek kamplı/konaklamalı kısa film festivali olma özelliği taşıyan Çalı Köy Filmleri Festivali, bu yıl sekizinci edisyonuyla 26-28 Temmuz’da Bursa Nilüfer’in kırsal mahallelerinden biri olan Çalı’da gerçekleşti.

Tarih
3/8/24

8. Çalı Köy Filmleri Festivali’nden Notlar

Türkiye’nin ilk ve tek kamplı/konaklamalı kısa film festivali olma özelliği taşıyan Çalı Köy Filmleri Festivali, bu yıl sekizinci edisyonuyla 26-28 Temmuz’da Bursa Nilüfer’in kırsal mahallelerinden biri olan Çalı’da gerçekleşti.

Çalı Köy Filmleri Festivali, dört duvarın dışına taşarak doğanın içinde konumlanması ve odağına köy/kasaba temalı filmleri almasıyla Türkiye’deki festivaller içinde kendine özgü bir yerde duruyor. 2016’dan beri Nilüfer Belediyesi ve Çalı Çevre ve Kültür Derneği tarafından düzenlenen festival, esasında gönüllülük pratiğiyle çalışıyor. Festival ekibinin iki ayağı var. Koordinasyonla ilgilenen ekibin büyük kısmı, geçmiş yıllarda seyirci olarak festivalde bulunmuş, çeşitli atölyelere katılmış ve keyifli vakit geçirmiş insanlar. Şu an festival organizasyonuna katkı sunma motivasyonlarını, geçmiş yıllarda festivale katılmalarının ardından bir şekilde oradaki emeğin ve düzenin karşılığını verme çabası içinde olmalarıyla ve festival için faydalı olmayı arzulamalarıyla açıklıyorlar.

Çalı Köy Filmleri Festivali, Çalı’nın ve daha geniş çerçevede Bursa’nın önemli bir kesimine hizmet ediyor. Bursa’da sinemaya dair büyük organizasyonların pek de sık olmamasıyla birlikte festival, Bursa’nın kendi seyircisini önemli ölçüde kurduğu ve koruduğu bir yapıya dönüşmüş durumda. Böylece Çalı’da gösterilen filmler, kamplı ve kalıcı katılımcıların yanı sıra Bursa ve çevre illerden günübirlik gelen çok sayıda kişiyle birlikte ciddi bir seyirci kitlesiyle buluşuyor.

Çalı’nın tarihçesi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çalı’da Halkevi açılıyor. Bu bir yanıyla da Türkiye’de ilk kez köy temalı filmlerin çekilmesinin koşullarının hazırlanması demek. Muhsin Ertuğrul’un yönettiği 1934 yapımı Aysel Bataklı Damın Kızı’nın, Türkiye’de çekilen köy konulu ilk film olma özelliğinin yanında Çalı’da çekilmiş olması ayrıca önemli. Filmde Cahide Sonku, Talat Artemel, Sait Köknar gibi İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncularının yanı sıra Çalıköylüler de yer alıyor.

2016’dan beri düzenlenen festival, yapıtaşı niteliğindeki filmlerin gösterimi ve çeşitli anma programlarıyla taçlanırken seçkisine Türkiye ve Dünya sinemasından güncel filmleri de alıyor.

Festival akışı

  • 26 Temmuz Cuma günü Nilüfer Oda Orkestrası’yla açılışını yapan festival, Yozgat Blues film gösterimi ve ardından yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun’un katıldığı söyleşiyle devam etti. Festivalin ilk gecesi, Alcarras film gösterimiyle sonlandı. 
  • 27 Temmuz Cumartesi günü, Meryem Uca’yla yapılan sabah yogasıyla başladı. Yogayı, bir rehber eşliğinde gerçekleşen doğa yürüyüşü takip etti. Çalı, konumu itibariyle pek çok patikaya gebe. Kamp alanı ormanın içinde ve etrafında epey yürüyüş yolu mevcut. Mysia Yolları bunlardan biri. Nilüfer Belediyesi tarafından oluşturulan bu rota, hem doğa yürüyüşü hem de bisiklet parkuru. Aynı zamanda 50 adet yoldan oluşuyor ve toplamda 800 km uzunluğunda. Mysia Yolları’nın Antik dönemden Osmanlı’ya uzanan bir geçmişi var. Çeşitli tabelalar ve bilgi levhalarıyla kolaylaşan yol, atlı doğa yürüyüşünden yaban hayatı gözlemine, panaromik manzara seyrinden doğa fotoğrafçılığına kadar birçok aktiviteye zemin hazırlıyor.

Bu doğa yürüyüşünün ardından akışı sırasıyla kukla ve senaryo atölyeleri takip etti. Etkinliklere katılım zorunlu olmadığı gibi, her etkinliğe katılım gösterildiğinde dahi aralardaki boşluk, alanda özgürce vakit geçirmeyi mümkün kılıyordu. Atölyelerin devamında kısa film yarışması seçkisi gösterimleri ve kısa film yönetmenleriyle söyleşi, sonrasında da festivalin özel seçkisi katılımcılarla buluştu. Ceylin film gösterimi ve yönetmeniyle gerçekleşen söyleşinin ardından Burası Cennet Olmalı filmiyle kapanış yapıldı. Bir seyirden öbürüne koşulan gece, DJ performansıyla sonlandı.

  • Festivalin son günü yine yoga ve doğa yürüyüşü rutiniyle başladı. Devamında ise bu kez “Çocuklar için Drama” atölyesi vardı. Festivale gelen kitlenin heterojenliği göz önünde bulundurulduğunda, alanda özgürce geçirilen vakitlere, koşup oynamalara ek olarak çocuklara atölyeler yoluyla da nüfuz etmek, kulağa ayrıca güzel geliyor. Atölyeyi, “Yönetmenlerin Yuvarlak Masası” adlı etkinlik takip etti. Çizilmiş bir çerçevesi olsa da konuşulan konuların akışta belirlendiği atölyede masa büyüdü de büyüdü, sohbet sürdü de sürdü. Program, kısa film yarışması seçkisinden gösterimler ve kısa film yönetmenlerinin katıldığı söyleşiyle devam ettikten sonra kısa film yarışmasının ödülleri dağıtıldı. 

En İyi Kurmaca Film Ödülü’nü Ramazan Kılıç imzalı Tarihte Yaşanmamış Olaylar alırken En İyi Belgesel Film Ödülü Deniz Devrez’in Onlar İçin İmroz’una verildi; Jüri Özel Ödülü ise Korhan Topcu’nun yönettiği Gözlerin filminin oldu. Festivalin kapanış filmi Aybüke Avcı imzalı Domates Biber Depresyon’du. Gösterim sonrası gerçekleşen söyleşiyle festival sonlanırken gece, Denden adlı Bursalı bir müzik grubunun konseriyle devam etti.

Üç günün hissettirdikleri

Taşın toprağın arasında bir müddet ortaklaşa bir yaşam sürmek bana hep iyi hissettirir. “Benzer dertleri sırtlanmış bir sürü insan, beraber yaşayıp gidiyoruz işte” diye düşünürüm. Bu anlamda kamplı ve konaklamalı organizasyonların da herkesi bir araya getiren bir tarafı var. İşin içine üretim ve sanat parametrelerinin girmesiyle birlikte kolektif bir heyecanın etrafında buluşmak da cabası. Bu yıl Çalıköy’ün bendeki karşılığı böyle oldu. Filmlerin, söyleşilerin, atölyelerin, doğa yürüyüşlerinin ve bir araya geldiğimiz pek çok etkinliğin ötesinde üç gün boyunca paylaştığımız bu alanın kaynaştırıcı gücü, ne olursa olsun iyi geliyor. Bir masa etrafında kendin olarak ve birini/birbirini tanımaya çalışarak oturmak galiba unutmaya yüz tuttuğumuz bir şey. Birini, sıra kendimize geldiğinde söyleyeceklerimizin provasını yaparak dinliyoruz. Bir şeyi, bir sonraki hamlemizi hesaplayarak seyrediyoruz. Kendi varlığımızdan bağımsız, karşımızdakinden bir şeyler “almak”, artık o kadar da ilgimizi çekmiyor. Biz ne sunabilir, ne gösterebilir, nasıl görünebiliriz, buna odaklanıyoruz. Dikkat dağınıklığı denen şey de epey yaygınlaştı. Bunda şehir hayatının hızının, kaosun ve bitmeyen sirkülasyonun payı elbette büyük. İnsan çoğu zaman sürüklenip dururken neye ne kadar dikkat edeceğini seçemeyebiliyor. Romantik duyulabilecek olsa da “yavaşlamaya” imkan tanıyan doğada, aklın metropolde olanlara takılmasana mümkün olduğunca az mahal vererek sakin bir ritimde akmak, hem kısa bir mola hem de doyurucu bir yaşam tadı veriyor. 

Festival ekibinin de katılımcıların da oldukça güler yüzlü, çözüm odaklı ve paylaşımcı olması birlik hissi doğuruyor. Kimi anlarda bunun böyle gideceğine inanmaya gerçekten ihtiyacımız var. Kimi anlarda… Çünkü galiba bir şekilde bunun sonsuza kadar süremeyeceğini biliyoruz. Başka türlü bir yaşam imkanı sanırım bugün, bu şartlarda, 2024 yılının şu zamanlarında, biraz polyannacılık gibi geliyor. Yine de birkaç günlüğüne derin bir nefes almak iyi. Alanda çocuklu aileler, yaşlılar, gençler, herkes var. Yoldan geçerken merak edip gelenler bile. Festivalin ücretsiz ve halka açık olması doğal olarak katılımı da arttırıyor. Herkesi bir arada görmek bu sayede mümkün oluyor. Sektör odaklı ve sinema diye ölmek üzere olan koca bir toplamdansa iyi ki bu kendi halinde kalabalık var. Öbür türlüsü epey yorucu olurdu.

M. ve diğer başka çocuklar

Pazar günü olmalı. Yürüyüş yapmış, yemek yemiş, sohbete doymuş, çayımızı kahvemizi içmiş, film gösterimlerinin başlamasını bekliyorduk. Görünen o ki vaktimiz boldu. “Bir tur daha yürümek? Köy meydanına inmek? Biraz daha sohbet? Voleybol mu oynasak? Topumuz var mı? Yok. Etrafta var mı? Yok. Şu çocuklar top mu oynuyor? Evet ama futbol topu o. Şu çadırın yanındaki ne, top değil mi? Evet ama basketbol topu o da. Emin misin? Evet. Basketbol topuyla oynamak zorlar ama futbol topunu deneyebiliriz belki, ha? Koskoca alanda gerçekten hiç voleybol topu yok mu?” 

O kızı görene kadar yoktu. Kamp alanında etrafımıza dikkatlice bakarak bir tur daha attıktan sonra gözüme o ilişti. Pembe kıyafetleri içinde bir kız. Yüzü mü asılmış biraz ne? Voleybol topunun üstüne oturmuş, öyle bakıyor. Arkasındaki sandalyede bir kadın oturuyor. Annesi olmalı. Kız gittikçe daha da mı somurtkan oluyor yoksa mimiklerini uzaktan pek de iyi seçemiyor muyum? Hatırlamakta fayda var, voleybol topumuz yok ve bu tatlı kız yalnızlığıyla pek mutlu değil gibi görünüyor. Yanına gidiyorum. Artık ben de 9 yaşındayım. Tanışıyoruz. Memnun oldum M., ben de Deniz. Beraber oynamak ister misin? Bizim topumuz yok da. (Bir parantez, topumuz olsaydı da seninle oynardık, bunu tek taraflı bir anlaşma gibi düşünme sakın) Yüzü güldü. Kabul ediyor. Annesi de bu gelişmeden memnun. “Çok sıkılmıştı, sağ olun” diyor. Ne demek, biz bir şey yapmadık ki… 

M. ile beraber toplamda altı kişi olarak başladığımız bu oyunun çemberi hızla genişliyor. Önce yedi, sonra sekiz, sonra bir anda on dört oluyoruz. Manşetlerim gelişiyor. Voleybol oynamayı sevdiğimi hatırlıyorum. Bir şeyi sevmek için çok da iyi yapmama gerek olmadığını hatırlıyorum. E.’nin ve B.’nin ne kadar iyi oynadığını düşündüğümü hatırlıyorum. M.’nin topa gittikçe daha kendinden emin vuruşunun yüzümü güldürdüğünü hatırlıyorum. M. bana pas attığında içten içe gururlandığımı hatırlıyorum. O anki aklımla, M.’nin en yakın arkadaşı olma fikri içimi gıdıklamıştı. Önüne yanlışlıkla top düşürdüklerimiz, rahatlarının bozulmasına homurdanmadıkları yetmezmiş gibi bir de tek tek çembere dahil oluyor. Siz melek misiniz? Kanatlarınız nerede? Şimdi topu yere düşürmemek için var gücüyle uğraşan yirmiye yakın kişiyiz. Bu ortak hedef uğruna bedenimizi şekilden şekle sokarken epey hafiflemiş hissediyoruz.