Published in  
Seriler
 on  
August 29, 2024

Paris, Anneannem ve Agnès Varda

Cansın Şenel ve Paris'te rastlaşan anneannelerin hikâyesi. "Hiç haberiniz yok ama kalbime çok iyi geliyorsunuz."
Kategori
Seriler
Tarih
29/8/24

Paris, Anneannem ve Agnès Varda

Cansın Şenel ve Paris'te rastlaşan anneannelerin hikâyesi. "Hiç haberiniz yok ama kalbime çok iyi geliyorsunuz."

Kapak kolajı: Selin Göksoy
Kategori
Seriler
Tarih
29/8/24

Paris, Anneannem ve Agnès Varda

Cansın Şenel ve Paris'te rastlaşan anneannelerin hikâyesi. "Hiç haberiniz yok ama kalbime çok iyi geliyorsunuz."

Kapak kolajı: Selin Göksoy

Paris’teyim. Bayılıyorum bu şehre. 13 sene önce gelmiştim ilk kez, o günden beri gezdiğim bir sürü şehir arasında birinciliği hiçbir yere kaptırmadı. Ya geçmiş hayatlarımdan birinde özel zamanlar yaşadım burada ya da ben iflâh olmaz bir Frankofon hayranıyım, bilemiyorum. En son iki yıl önce geldiğimde yine çok özel hissetmiş ve burada daha fazla zaman geçirmeyi dilemiştim. Hemen sonrasında Brüksel’de yaşayan, aynı zamanda en yakın arkadaşlarımdan biri olan dayım ve ailesi Paris’e taşındı. Kalbimin ne kadar temiz olduğuna dikkat çekerim: Artık ailemizin bir parçası burada. Bu vesileyle de bu seyahatlerde anneannemle birlikteyim.

Anneannem.
Benim için dünya üzerindeki en özel insanlardan biri.
Yıllar geçtikçe daha da netleşiyor, olduğum kişi olmamı sağlayan her şeyi ondan öğrendiğim. Bayılır zaten bir şeyler öğretmeye. Öğretmen olmakmış hayali, liseye gitmesi gereksiz bulunana kadar. Onun da en büyük destekçisi annesiymiş ama onu çok erken kaybetmiş. Sonrası üvey anne, pek tanımadığı bir eş, kayınvalide, akrabalar falan… Standart bir Türkiye kadını portresi. Sadece hizmet etmekle ve sabretmekle geçmiş bir ömür. Her dinlediğimde gözlerimi dolduran, boğazımı düğüm düğüm yapan ve beni deli gibi öfkelendiren hikâyeler… 

Anneannemin vicdanı her seferinde gafil avlıyor beni. Hayran oluyorum onun hiç kimseye zerre kin duymama hâline.

Burada yine bunları konuşuyoruz sık sık. Zaten annem, anneannem ve ben ne zaman bir araya gelsek bu konular açılır ve konuşmanın bir yerinde, ortak bir düğmemiz varmış gibi, aynı anda gözlerimiz dolar. Sonra birbirimize bakıp ağlama ve gülme karışımı bir şeyle geçiştiririz o anı. “Yine başladın terapiye malzeme aramaya” falan diye takılırlar bana. Ama içimde hep bir sızı kalıyor aslında. Anneannemin vicdanı her seferinde gafil avlıyor beni. Hayran oluyorum onun hiç kimseye zerre kin duymama haline. Dünyanın en iyi insanı olduğuna emin gibiyim ama biraz da sinir bozan bir iyilik bu. Hiç “ben” dememeyi öğretmiş hayat ona. Öyle bir işlemiş ki içine, hiç izin veremez onun için bir şey yapmamıza. Eskiden kızıyordum, şimdiyse 32 yaşında genç bir kadın olarak, var olmayı her gün biraz daha çözerken onun için de yaşıyorum bu hayatı. Anlıyorum, ona verebileceğim/onun kabul edebileceği en büyük hediye bu çünkü. Çocuklarını ve torunlarını her daim sarıp sarmalayan, anlayamadığı yaşam biçimlerimize bile sonsuz bir şefkatle yaklaşan bu kadın, hâlâ her gün ilham oluyor bana.

Rue Daguerre’de oturmuş yazıyorum bu yazıyı. Agnès Varda’nın ölene kadar 67 yıl boyunca yaşadığı sokak burası.

Paris’teyim dedim ya, Rue Daguerre’de oturmuş yazıyorum bu yazıyı. Agnès Varda’nın ölene kadar 67 yıl boyunca yaşadığı sokak burası. Özellikle 1975 yapımı Daguerréotypes (Dagerotipler) filmini izlediğimden beri aklımdaydı buraya gelmek. Filmde sokağını, burada yıllardır komşusu olan esnafı, yani görünmez kahramanlarını tanıştırıyordu seyircisiyle, her zamanki incelikli becerisiyle. Şimdi 2024 yılında gelip aradım o dükkanları. Yoklardı tabii ki. Enteresan bir hüzünle gezdim tüm sokağı. Evinin önünde durdum bir süre; onun adımlarının üstünden geçtiğimi düşündüm. Çok hayran olduğum diğer bir kadının hayatını geçirdiği yerde olmak tam da benim romantik dünyamı besleyecek bir deneyimdi. Üstelik bu da yetmezmiş gibi büyülü bir rastlantıyla mezarını da ziyaret ederken buldum kendimi. Mezarının üstünde rengarenk çiçekler, ruj sürüp bırakılmış öpücükler ve üzerinde adı yazan o patates… Les Glaneurs et la Glaneuse (Toplayıcılar) filmine bir gönderme bu. Görür görmez gözlerim doluyor dünyada bıraktığı izin eşsizliğine. Çok hazırlıksız yakalanıyorum, hiçbir şey bırakamadığımı bile oradan ayrıldıktan sonra fark ediyorum. Agnès öyle özel bir ruh ki, dünyasına girip de kapılmamak, cesaretine ve özgünlüğüne hayran olmamak elde değil. “Fransız Yeni Dalga’sının Büyükannesi” diye anılır. Ben de ona hep böyle hitap etmekten hoşlanırım. Agnès, öteki anneannem anlayacağınız.

Onlara hiç sunulmamış binlerce seçeneğe sahipken bazen savrulup kayboluyorum. İşte o zaman merkezime dönmem için orada duruyorlar.

Şimdi burada otururken, düşünüyorum. İki anneannemle aynı şehirdeyim. Ve bu iki bambaşka hayat bir anda, benim yazımda buluşuveriyor. Şaşkınlıkla bakıyorum, sonra hayal ediyorum: Gerçekten bir araya gelseler, sohbet edebilseler aynı dilde, çok iyi anlaşırlardı bence. İkisi de sahip oldukları şartlardaki en inatçı direnişçiler çünkü. Dünyanın en zarif isyankârları. Erkeklerin dünyasına doğup ellerindeki azıcık imkânla ama kocaman sevgiyle herkese kafa tutan kahramanlarım… Sadece hayatı yaşama biçimiyle parıl parıl parlayabilir insan. Önce kendini sonra da diğerlerini sevip, sarıp sarmalayarak ya da belki sadece görüp duyarak mucizeler yaratma yolculuğu hayat. Ve bunu bana öğreten iki özel ruha teşekkür yazısıdır bu da. Onlara hiç sunulmamış binlerce seçeneğe sahipken bazen savrulup kayboluyorum. İşte o zaman merkezime dönmem için orada duruyorlar.

İyi ki varlar.
İyi ki varım.
Bizi çok seviyorum.
Paris, anneannem ve Agnès Varda.
Hiç haberiniz yok ama kalbime çok iyi geliyorsunuz.