Published in  
Seriler
 on  
October 21, 2024

Neden bazı günler ötekilerden daha güzel?

Her yaz dönemi sonunda düştüğüm bir yer var hayatta. Tatil bitmiş ama hava hâlâ sıcak, şehirdeyim. İş henüz başlamamış. Öncelikle tabii bir oyuncu olarak yaz tatili sonrası devam eden bir işin içinde olma ayrıcalığına nail olmuşum, buna bir şükrediyorum. Zaten ülkede ve dünyada her şey çok kötü gidiyor, şükredecek çok şeyim var. Günün başında birkaç saat oyalıyor bu motivasyon beni, sonra haberleri izlemeye başlıyorum tek tek YouTube’dan. Hayatta hem bir haber bağımlısı hem de bir optimist olmak ne kadar zor, tahmin bile edemezsiniz. - ki bu başka bir yazının konusu. Sabah zar zor inşa ettiğim kalelerim birer birer yıkılıyor. Kendimle uğraşma safhasına giriyorum.
Kategori
Seriler
Tarih
21/10/24

Neden bazı günler ötekilerden daha güzel?

Her yaz dönemi sonunda düştüğüm bir yer var hayatta. Tatil bitmiş ama hava hâlâ sıcak, şehirdeyim. İş henüz başlamamış. Öncelikle tabii bir oyuncu olarak yaz tatili sonrası devam eden bir işin içinde olma ayrıcalığına nail olmuşum, buna bir şükrediyorum. Zaten ülkede ve dünyada her şey çok kötü gidiyor, şükredecek çok şeyim var. Günün başında birkaç saat oyalıyor bu motivasyon beni, sonra haberleri izlemeye başlıyorum tek tek YouTube’dan. Hayatta hem bir haber bağımlısı hem de bir optimist olmak ne kadar zor, tahmin bile edemezsiniz. - ki bu başka bir yazının konusu. Sabah zar zor inşa ettiğim kalelerim birer birer yıkılıyor. Kendimle uğraşma safhasına giriyorum.

İllüstrasyon: Kübra Su Yıldırım
Kategori
Seriler
Tarih
21/10/24

Neden bazı günler ötekilerden daha güzel?

Her yaz dönemi sonunda düştüğüm bir yer var hayatta. Tatil bitmiş ama hava hâlâ sıcak, şehirdeyim. İş henüz başlamamış. Öncelikle tabii bir oyuncu olarak yaz tatili sonrası devam eden bir işin içinde olma ayrıcalığına nail olmuşum, buna bir şükrediyorum. Zaten ülkede ve dünyada her şey çok kötü gidiyor, şükredecek çok şeyim var. Günün başında birkaç saat oyalıyor bu motivasyon beni, sonra haberleri izlemeye başlıyorum tek tek YouTube’dan. Hayatta hem bir haber bağımlısı hem de bir optimist olmak ne kadar zor, tahmin bile edemezsiniz. - ki bu başka bir yazının konusu. Sabah zar zor inşa ettiğim kalelerim birer birer yıkılıyor. Kendimle uğraşma safhasına giriyorum.

İllüstrasyon: Kübra Su Yıldırım

“Bu hayat nereye gidiyor böyle?”

Okumak istediğim kitaplar, izlemek istediğim filmler, gezmek istediğim ülkeler, yazmak istediğim senaryolar, oynamak istediğim roller ve vermek istediğim kilolar derken bir anksiyete denizinde buluyorum kendimi. O an yapmam gereken tek şeyin kalkıp o kitabı okumak ya da o filmi izlemek olduğunu bildiğim halde tatil sonu rehavetiyle baş edemiyorum. Günlerimi boş geçirdiğim hissiyle perişan olmaya başlıyorum böylece.

Üstelik ben kendi kendimi hapsettiğim döngüyle boğuşurken birileri sokak hayvanlarını öldürmeye karar veriyor mesela aniden. Kadın cinayetlerine her gün bir yenisi ekleniyor; burnumuzun dibinde çocuklar bombalanıyor; doğru yerde durmak için hayatını feda eden birileri yok yere tutsak edilmeye devam ederken binlerce insanın hakkını yiyen diğerleri davul zurnalar eşliğinde adaleti kutlayarak serbest bırakılıyor. 

“Bunları düşünürsen delirirsin, hayatına odaklan” diyorlar.

Maalesef 30’lu yaşlarda, artık Maslow piramidinin en üstüne adım adım yaklaşmam gerekirken, kendimi her gün biraz daha aşağıda bulmama odaklanmak, neşelenmeme pek yardımcı olmayacak gibi.

“Gideceğim bu ülkeden” çıkışlarım da üniversite yıllarında bitmiş çoktan, bu ülkede yaşamak istediğimi biliyorum; çünkü kendimi tanıyorum. Benim için gitmek çözüm değil. Nereye gitsem hem burayı içimde taşırım hem de oranın sorunlarıyla hemhal olurum hemen, durduk yere sorunlar iki katına çıkar. “The Zone of Interest” filminin içinde yaşıyoruz ne de olsa bütün dünya olarak. Bazen bu bilgiyle yaşamak, hayata yeniden anlam aramak çok zor.

Hava çok sıcak zaten. 

Gündemden kendime dönüyorum tekrar. Olimpiyatlar kurtarıcım oluyor, en çok da canımız kızlarımızı izleyip biraz nefes alıyorum. Eski maçlara falan dalıyorum hatta. “Off voleybolcu mu olsaydım ya ben? Ne kadar havalılar…” derken buluyorum kendimi. Boşluk tam olarak böyle bir şey galiba. Yıllardır bütün iniş çıkışlarımı bitmek bilmez bir sabırla dinleyen arkadaşım diyor ki: “Haydaa! Şimdi de bunu mu buldun? Her gün bir şeye heves ediyorsun çocuk gibi.” 

O kadar haklı ki…

Dinlediğim podcast serisi sonrası bilim insanı olmayı hayal etmeye başlamamın üstünden sadece iki hafta geçmiş olduğu için itiraz edemiyorum.

Çocuk gibiyim.

Bu yetişkinlik mevzusu üzerimize çöreklenmese belki başka olacak hayat. Yetişkin olunca, ülkenin daha iyiye gideceği, kariyerlerimizin daha iyiye gideceği, aşk hayatlarımızın daha iyiye gideceği, ekonomik durumumuzun daha iyiye gideceği o günleri bekleyip duruyoruz. O günler gelecek, şimdi aradaki bazı günleri atlatmamız lazım sadece bir şekilde. Bazılarımız gündeme kulaklarını tıkamakta buluyor çözümü, bazılarımız çok eğlenmekte, bazılarımız evlenip çocuk yapmakta, bazılarımız nefessizce çalışıp başarmakta…

Ama o atlatmaya çalıştığımız günler var ya, birbiri ardına ekleniyor, bir dağ oluyor içimizde. Dağ ne kadar büyükse ızdırap o kadar büyük. Izdırabımızı büyüttükçe ondan kaçınma yöntemlerimiz de gelişiyor tabii. İnsan dediğin her şarta uyumlanıyor. 

Oysa her gün 24 saat, oysa her gün eşit derecede önemli (ya da önemsiz), oysa her gün bir mucize olabilir, oysa her gün son günümüz olabilir. 

Ama şu an bunu düşünmek hiç iyi gelmiyor bana. O yüzden bunları düşünmeye vaktim kalmayacak günler gelsin istiyorum hemen. Tuzağa bile isteye düşüyorum anlayacağınız. 

Burada yazdığım tüm bu şeyleri düşünemediğim bir koşturmacanın içinde olursam daha kolay olur sanıyorum.

Ya yanılıyorsam? Ya yanılıyorsak?

Ya hiçbir şey olmayan ‘o’ günde, bütün bu dalgalanmalar içinde ayağa kalkıp çamaşırları yıkayabilmek, çöpleri atabilmekse yaşamak?

Ya bitsin diye saatleri saydığın yazın son iki haftasında, kendini oyalamaktan vazgeçmek zorunda kaldığında geliyorsa bazı cevaplar?

Ya hep daha iyiye gitmeye çalışmakla her şeyden kaçmak aynı şeyse? 

Dünyada olanları yok saymadığın, acıya duyarsızlaşmadığın ama her şeye rağmen bir gün astronot, ertesi gün olimpik sporcu olmaya heveslenebildiğin için kendini tebrik etmelisin belki de sadece.

Çocuk gibi.

Büyük Ev Ablukada’nın sözleri yankılanıp duruyor yazmaya başladığımdan beri kafamda, yazının başlığı gelip buluyor yerini. Hayaletler ne güzel şarkı.